Her biri kendi derdine koşuyordu. Kimisi ıslanmamak için adımlarını hızlandırıyor, kimisi gökyüzüne aldırmadan yürüyordu.
Yan masadaki bir adam şemsiyesini açarken kadına dönüp gülümsedi:
— Paylaşalım mı şemsiyeyi? dedi.
Kadın başını eğdi, hafif bir tebessümle karşılık verdi.
Adam cümlesini tamamladı:
— Unutmazsın değil mi bu iyiliğimi ?
İşte o anda,hayatın tokadı yüzüme değdi.
İyilik bile artık bir pazarlık masasına oturmuştu.
Bir tebessümün bile bir bedeli vardı.
Oysa ben,yağmurun altında şemsiye paylaşmanın sadece insanlık olduğunu bilirdim.
Meğerse o şemsiyenin altında hesaplar,menfaatler de saklanıyormuş.
Kahvemi söyledim. İlk yudumda hissettiğim sıcaklık, içimi ısıtmak yerine yüreğimin derinlerine bir soğukluk bıraktı.
Camdan dışarı baktım;deniz griydi, gökyüzü küskün.
Dalgalar kıyıya vurdukça içimden bir ses yankılandı:
Mutluluk da böyle savruluyor işte… Gidiyor,bir daha gelmemek üzere.
Oysa ben hep inanmıştım...
Bir tebessüm dünyayı güzelleştirir, bir selam insanı insana yaklaştırır.
Ama bugün anladım ki insanlık, gülümsemesini menfaatle takas etmiş.
Cebimden bir kâğıt çıkardım,masaya koydum.
Kelimeler elimden döküldü:
“Dünya,ya sen değişeceksin ya ben.”
Bir an durdum, kendime sordum:
— Gerçekten değişmeli miyim?
— Yoksa kirlenmiş bu dünyaya mı ayak uydurmalıyım?
Cevap gelmedi.
Sadece yağmur sesi vardı.
İşte o ses,her damlasıyla içimdeki temiz tarafı yıkıyordu sanki.
Köprüye yürüdüm.
Rüzgâr saçlarımı karıştırırken,şehrin ışıkları suya yansıyordu.
Bir dalga kıyıya çarptı,ardından bir diğeri.
O an fısıldadım kendi kendime:
— Ben değişmedim, dünya kirlendi.
Ellerimi cebime koydum, başımı gökyüzüne kaldırdım.
O an içimden geçirdim:
El sallıyorum sana dünya…
Artık benim iyiliğim, senin kirine karışmayacak.
Murat İLERİ