“Bir Eylülzede’sin sen,” diyor şarkı.
Belki de hepimiz öyleyiz.
Zamanın çarklarında ezilmiş, idealleriyle, sevdalarıyla, inançlarıyla sınanmış bir kuşağın, yiğit vatansever çocuklarıyız biz.
Islak şehir taşlarında hâlâ geçmişin izleri var.
O taşlarda yürüyen her insan, aslında kendi hikâyesinin tanığıdır.
Bir yanda ekmeğini kazanmaya çalışan alın teri, bir yanda adaleti arayan sesler…
Bir yanda susturulan cümleler, diğer yanda bir çocuğun masum kahkahası.
Bir sevdadır şu hayat, diyor dizeler.
Sevdadır hayat ama bu coğrafyada yaşamak, bazen de, vatan sevdasıyla kavrulmak demektir.
Eylül, bu topraklarda hep biraz yas kokar.
Bir dönemin bastırılmış umutları, bir kuşağın eksilmiş nefesi gibidir.
12 Eylül’den bugüne, kaç defa değişti takvimdeki yıllar…
Ama insanın içindeki korku ile umudun savaşı hiç değişmedi.
Her Eylül, yeniden hatırlatır bize.
Birileri susarken, birileri konuştuğu için cezalandırıldı.
Birileri sevdiği için suçlandı,
birileri sadece “insanca yaşamak” istediği için ezildi.
Yine de, mezar taşlarında, urgan uçlarında, dağ başlarında bile ayın ışığına bulaşmış bir umut vardı.
Çünkü insanın en büyük gücü, hani düşse bile yeniden kalkabilmesidir.
Bir Eylülzede, yenilmiş değildir aslında ama sadece yaralıdır.
Her yara, bir hikâye taşır. Çünkü o bir yara değil, kimliktir, direniştir, vatan ve iman sevgisidir.
Belki de bütün mesele, o Eylül yağmurunda ıslanmayı göze alabilmekte.
Çünkü ıslanmadan direniş olmaz.
Zaten direniş olmadan, insan kalmak da mümkün değildir.
Murat İLERİ