Ne çok isterdim, sevdalarımı çocukluğumun güvenli kucağı gibi, rahmetli ninemin yumuşacık yün iplikleriyle örülmüş,özenle yaşamayı…
İnsanlar,çoğu zaman kaderin ağına takılmış gibi yaşar.
Sonra bir kış akşamı gibi dip dibe, birbirine sarılmış gibi zaman geçirirler. Fakat yine de yalnızlığın,kaygının ve unutulmuşluk hissinin gölgesinden kurtulamayız. Saatler tıkır tıkır ilerlerken,bazen bir süper kahramanın gelip zamanı durdurmasını isteriz. Belki o zaman, ecelin geriye bıraktığı anılarla dolu ömrümüzün şarkılarını bülbüller besteler.
Hayat, kimi zaman bir dut lekesi gibi içimize işler.
Yalan dünya arasında,gerçek sevgi parçalarını fark etmek zorlaşır.
Ama işte tam da o anda,tatlı bir öğlen uykusuna dalar gibi, hayatın son demlerini de tadarız. O anlar,ne kadar kısa ve kırılgan olsa da, içten yaşamanın değerini öğretir bizlere.
Psikoloji der ki; insanlar,geçmişin yükünü taşırken,o anı yaşamakta zorlanır.
Oysa felsefe bize hatırlatır ki;yaşamın anlamı,büyük olaylarda değil, küçük anlarda gizlidir.
Bir kahve tadı,bir gülümseme,bir deniz kenarı yürüyüşü gibi…
İşte gerçek sevgi, gerçek huzur,belki de tam burada saklıdır.
Hayat kısa,zaman hızlı.Ama ne kadar uğraşırsak uğraşalım,tüm dertleri ve sıkıntıları bir kenara bırakıp, uçurtmamızın peşinden koşabiliriz. Belki de mutluluğun tarifi budur:Basit, yumuşak ve içimize işleyen anlar...