Bir sessizlik var artık dünyanın üzerinde.
Ne rüzgâr eskisi gibi esiyor,ne kalpler birbirine dokunabiliyor.
Sanki her şey,kendi içinden eksilmiş gibi.
Zaman bile yorulmuş,ilerlemeye mecali kalmamış.
Bir yüz görüyorsun; tanıdık ama uzak.
Bir ses duyuyorsun; içini ısıtmıyor.
İnsanın içindeki ışık, yavaşça sönüyor.
Bir zamanlar umut olan şey,şimdi kendi gölgesine saklanıyor.
Kimin yüküdür bu ağırlık?...
Kimin damarından sızar bu sessiz acı?
İnsanın kendi Kalbimize sapladığı bıçaklar yetmedi artık,şimdi kelimeler acıtıyor.
Her cümle bir yara, her suskunluk bir mezar taşı gibi duruyor önümüzde.
Söylenmemiş sözler küfleniyor.
Gözyaşları bile anlamını yitiriyor.
Öyle bir çağ bu...
Duygular satır aralarında kaybolmuş,
ölüm sıradan,umut ise kırık bir aynadan yansıyor.
İnsan kendi icat ettiği karanlıkta boğuluyor.
Kendi elleriyle ördüğü duvarların ardında,
kendi sesinden bile korkar hale geliyor.
Gece çürüdü artık.
Işık bile gölgesine yenik düştü.
Güneş bile yorgun.
Geri dönmeye hevesi kalmamış sanki.
Bir zamanlar kalpler birbirine yol bulurdu.
Şimdi herkes kendi içinde kayboluyor.
Bir tebessüm bile yabancı,kanserli ruhlarımıza.
Bir bakış,bir dokunuş, bir söz hepsi eksik.
Yaşamak,çürük ışıkların altında bile yer bulamıyor kendine.
İnsan dediğin o yorgun gölge,
gözlerini kapatsa da karanlıktan kaçamıyor.
Çünkü karanlık, çoktan içine sızdı.
Artık hiçbir şey dışarıda değil.
Yalnızlık,içeriden başlıyor.
Kelimeler ağır,nefes bile suskun.
Bir şey eksik ömrümüzden ama kimse adını koyamıyor.
İnsan,bir kez kendini unuttu mu,
hiçbir ışık geri getiremiyor onu.
Çünkü bazen, unutmak bile bir savunmadır.
Ama unutulan şey insanın kendisiyse,
geriye sadece bir gölge kalır.
Yaşıyor gibi duran, sıradan ve basit bir gölge…