İşte karşınızda: Deniz Saraç. Çay demlenmeden önce evini kuran, sanayi bacası tüterken siyaset aleviyle yanmayı ihmal etmeyen, mikrofona uzak ama memlekete yakın adam.
Sakın ha "şovmen değil" diye küçümsemeyin, zira kendisi Sabri Saraç gibi bir ticaret gladiyatörünün genetik devamı. Hani bazı babalar oğullarına sadece soyadı bırakır ya... Sabri Bey, Deniz’e hem soyadı bırakmış hem de üzerine mecburi hizmet yüklemiş: “Al bu bayrağı, ama dalgalandırmadan iade yok!”
Türkiye’de genellikle aile şirketleri üçüncü kuşakta iflas eder, ikinci kuşak ise magazin sayfalarında... Deniz bu kuralı bozanlardan. Magazinle değil, ihracatla meşgul. Üç tane mankenle görüntülenmedi ama 500 kişiye ekmek kapısı oldu, bunu da Allah'ın izniyle yaptı diyor. Ne diyelim, helal ekmek her zaman manşetten satmaz.
Şimdiye kadar pek mikrofona çıkmadı, basından uzak durdu. Belki de sesini yalnızca ihracat faturalarında yükseltti. Ancak siyaset, yüksek sesle değil, doğru frekansta konuşanların işidir. Unutmamak gerekir ki siyasetçinin en büyük sermayesi insandır, mikrofonu uzatınca panikleyen değil, içindekini millete açabilendir.
Kimileri "basından kopuk siyaset olur mu?" diye sorabilir. Olur! Hatta bazen "basına uzak" olmak, "gerçeğe yakın" olmakla karıştırılır. Ama yanlış anlaşılmasın, basından uzak olmak, bazen "yanlış anlaşılmalara" da açık kapı bırakır. Bu yüzden mikrofonsuzluk bir süre sonra "gizemli lider" olmaktan çıkıp, "siyaseten sessiz kalma" haline dönüşebilir.
Ama bakın, Deniz Saraç da artık yavaş yavaş mikrofonu eline alıyor. Eli titremiyor, sesi çatallanmıyor. Belki bir gün "sayın bakan" hitabına da alışırız, kim bilir? Hayali Kaymakam olmakmış ama nasip büyük iş insanı olmakmış. Belki nasip bir gün Kaymakamlarla aynı masada karar almak olur? Belli mi olur, Türkiye bu...
Bu ülkede bazen ne kadar bilgiyle dolu olursanız olun, görüntü vermezseniz 'boş' sanılırsınız. Halbuki Deniz Saraç, görünmeyeni yapanlardan. İş yerine sabah ezanı gibi giden, çeki düzgün, sözü net bir Anadolu evladı. "Ben ekmek verdim" demiyor, çünkü bilir ki ekmeği veren yalnızca Allah’tır; o sadece aracı. (Yani hem tevazu var, hem vizyon; nadir kombinasyon.)
Siyaset fedakarlık işidir derler. Öyle üç beş Instagram paylaşımıyla olmaz. Bazen zamanını, bazen evini, bazen yemeğini halkla paylaşırsın. Hatta bazen halktan gelen eleştiriye karşı limon gibi sıkılır, ama limonataya dönüşemezsin.
İyi bir siyasetçi nasıl olmalı derseniz... Önce dürüst olmalı. Sonra dakik. Milletin karşısına sabah kahvaltısı gibi çıkmalı: her gün, taze ve net. İşini ihmal etmeyecek ama sosyal medyada “danışman klasiği” gibi görünmeyecek. Kalabalıklara oynarken yalnız kalmayacak. Yani özeti şu: Lider gibi görünüp, yönetici gibi davranmayacak.
Deniz Saraç şayet bu çizgisini korur, basınla da barışır, mikrofonu sadece açılışlarda değil, eleştirilerde de eline alırsa; siyasetin aradığı o "sade ama sağlam" profil olabilir. Tabi bu işler, sadece nutukla değil, nabızla yürür. Halkın nabzını tutmak için önce yüreğini açmak gerekir. Mikrofonu da...
Son söz:
Siyaset, karpuz gibi ortadan yarılmayı değil; ayran gibi kıvamı tutturmayı ister. Deniz Saraç, bu kıvamı tutturabilecek mi? Göreceğiz... Ama şunu bilelim: Her babanın oğlu “veliaht” olmaz. Ama her sağlam oğul, halkın duasıyla tahta yürüyebilir.