Zonguldak Haberleri

Zonguldak’ta tiyatro emekçisi Ferdi Kazancıoğlu’ndan derin bir üçleme:“Rejisörün oyunları”

“Rejisörün Oyunları” kitabındaki eserlerden Duvardakiler, yazarın kişisel hikayesiyle bütünleşen bir metin.

Abone Ol

Kalan Yayınları etiketiyle yayımlanan “Rejisörün Oyunları” isimli ilk kitabında Kazancıoğlu, üç özgün eserine yer veriyor: Suskunlar, Duvardakiler ve Gece Yarısı Parkalı Adamlar. Psikolojik ve dramatik üçleme olarak kurgulanan bu oyunlarda; bireyin karanlık yönleri, 12 Eylül Darbesi’nin cezaevine yansıyan soğukluğu ve Türkiye sol hareketinin simge isimlerinden Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının son günleri sahne diliyle anlatılıyor.

“ANNEM GÖKLERDE BÜTÜN OYUNLARIMI HALA İZLİYOR”

Kitabını vefat eden annesine ithaf ettiğini belirten Kazancıoğlu, “O benim en büyük seyircimdi. Göklerde hâlâ bütün oyunlarımı izlediğine inanıyorum,” diyerek kitabın duygusal yönünü paylaştı. Yazar, kitabın tiyatroya gönül veren amatör ya da profesyonel herkese katkı sunmasını umut ettiğini de vurguladı.

TİYATRODAKİ YOLCULUĞU TAKLİTLERLE BAŞLADI

Tiyatroyla ilk temasını ilkokul yıllarında taklit yeteneğiyle kuran Kazancıoğlu, kendi ifadesiyle “çarşafları perde yaparak” sahneye çıktı. O günden bugüne 24 yıllık tiyatro emeğiyle Zonguldak’ın sanat belleğinde derin bir iz bıraktı. Yazarlık serüvenine de çocuk oyunlarıyla başlayan Kazancıoğlu, zamanla biyografik eserlerle ve güçlü dramlarla yazın alanındaki yerini sağlamlaştırdı.

“YAZDIĞIM OYUNLAR BENİM ÇOCUKLARIM GİBİ”

“Rejisörün Oyunları” kitabındaki eserlerden Duvardakiler, yazarın kişisel hikayesiyle bütünleşen bir metin. Annesiyle olan bağını ve 80 darbesinin toplum üzerindeki etkisini sahneye taşıyan Kazancıoğlu, bu oyun sırasında rahmetli annesinin ses efektlerini kullanarak seyircilerle duygusal bir bağ kurduğunu belirtti. Gece Yarısı Parkalı Adamlar adlı oyununu ise “şu ana kadar yazdığım en iyi eser olabilir” sözleriyle tanımladı.

YAZMAK İÇİN BAZEN SAATLER, BAZEN YILLAR GEREKİYOR

Oyun yazım sürecinin kimi zaman birkaç saatte tamamlandığını, kimi zaman ise yıllar sürebildiğini söyleyen Kazancıoğlu, yaratım sürecinin içe kapanma ve yalnızlaşma anlarında derinleştiğini ifade etti. Yazarlık, yönetmenlik ve oyunculuk arasında seçim yapmanın zor olduğunu vurgulayan sanatçı, “Hepsi ayrı bir çocuk gibi. Her biriyle ayrı ayrı bağ kuruyorum” dedi.

TİYATRO TOPLUMUN VİCDANIDIR”

Tiyatronun toplumsal dönüşümdeki rolüne dikkat çeken Kazancıoğlu, sanatın bir silah gibi kullanıldığını ancak bu silahın insanı güldüren, düşündüren ve huzur veren bir güç olduğunu söyledi. “Tiyatro yol yapmaz ama öyle eleştirir ki, o yolun yapılmasını zorunlu kılar,” diyerek tiyatronun uyarıcı ve dönüştürücü gücünü vurguladı.

GENÇLERE: ‘BU BİR AŞK İŞİ’

Genç tiyatroculara ve yazarlara tavsiyelerde bulunan Kazancıoğlu, tiyatronun bir meslek değil, bir aşk işi olduğunu söyledi. Emek, gözlem, cesaret ve çokça deneme gerektiğini belirterek, “Sürekli yazın, yazdıklarınızı eleştirin, tekrar yazın. Kağıt buruşturmak bu işin doğasında var,” dedi.

ZONGULDAK’TAN DOĞAN TİYATRO KALBİ

Ferdi Kazancıoğlu’nun “Rejisörün Oyunları”, yalnızca üç oyunun derlemesi değil; bir sanatçının iç dünyasını, sahnedeki terini ve kalbindeki coşkuyu sayfalara taşıdığı bir tiyatro manifestosu niteliğinde. Zonguldak gibi emekle yoğrulmuş bir kentin, sahneye adanmış bir evladından gelen bu eser, tiyatronun toplumsal hafızadaki yerini bir kez daha hatırlatıyor.


FERDİ KAZANCIOĞLU SORLARIMIZA İÇTENLİKLE CEVAP VERDİ

Tiyatro oyuncusu ve tiyatro yazarı Ferdi Kazancıoğlu sorulara şu şekilde cevap verdi;

Kitabımız hakkında bilgi verir misiniz?

"Kısaca kitaptan bahsedeyim aslında. Ondan sonra istediğiniz gibi devam ederiz. Rejisörün oyunları adı üstünde bir yönetmenin yazmış olduğu yani benim kendi yazmış olduğum oyunlardan ibaret. bu kitapta üç oyunumu dram ve psikolojik oyunlarımın üçlemesini paylaştım. Bunlardan biri suskunlar. Vali Beyimizin de katılımıyla bayağı şiddet ağırlıklı ve on bir karakterin, on birinin de kötü olduğu bir oyun. kötü karakterle normalde hatırlarsınız.
Duvardakiler oyunu; Bu da bir Down sendromlu bir mahkumu seksen darbesinde yaşadığı, sokakta yaşadığı ve istemeden karıştığı bir suç üzerine idama idam sürecini anlatıyordu. son olarak aslında sıfır bir oyun koyuyorum şu anda bunun içine. gece yarısı parkalı adamlar. Bu oyunun tarihi bin dokuz yüz yetmiş iki Deniz Gezmiş inan ve Yusuf Arslan'ın idama giden sürecinde son on bir gününü anlatıyorum. Onu da inşallah bu yıl oynayacağız. Ama oynamadan teksi oraya koymak istedim. Hem psikolojik hem müthiş dramlar bunlar. Üç oyunumu içeriyor bu kitap. amatör tiyatro yapan veyahut da tiyatroculukların bundan faydalanmasını Istediğim için yazdığım bir kitap. Tabii ki ilk kitabım olduğu için çok heyecanlıyım. Bu ilk kitabın en büyük anısı benim için. Rahmetli anneme yazdım. çünkü o benim en büyük seyircimdi ve göklerde hala bütün oyunlarımı takip ettiğini düşünüyorum. Teşekkür bölümü var kitabı alanlar görecektir ama Zonguldak'ta Ferdi Kazancıoğlu'nu Zonguldak Kent Tiyatrosu'nun eski ekiplerden, tiyatro hanedanı yani beni ben yapan tüm unsurlara teşekkürlerim oldu. benim çok heyecanlandığım editörlük aşamasında bu işe gönül veren insanların bana destek çıkan insanların çok beğendiği bir kitap oldu. Kalan Yayınları'ndan çıkartıyorum kitabı. ve tüm platformlarda D and R gibi tüm platformlarda da yayında olacak. bir yıllık bir anlaşma yaptık Kalan Yayınları'yla. Ama çok iyi karşıladılar. Işte Okudular. Yazdıklarımı okudular ve çok değer verdiler bana. O yüzden de uzun yıllar çalışacağız. Bu daha bir başlangıç. Daha üç- dört kitaplık daha oyunlarım var. Hikayelerim var. tiyatro anılarımın olan bir kitabını yayınlamak istiyorum. Bir de tiyatro atölyesi üzerine geliştirdiğim teknikler üzerine bir kitap daha yayınlamak istiyorum. Kitap kısacası şimdilik bu kadar diyebilirim.

Yazmayı ne zaman ve nasıl başladınız?

Nasıl başladım? Aslında tiyatroya başladığım zaman amatörlük döneminden, profesyonel dönemi geçtikten sonra çocuk oyunuyla başlamıştım ben tiyatro diva zamanı. Ve çocuk oyunlarıyla beraber yetişkin oyunları ama çocuk oyunları yazmaya başladım önce. Ikinci yılımdan sonra oyunlar yazmaya başladım. sağ olsun Şenol Dönmez hocamızla beraber oyunlar yazmaya başladım. Onu asiste etmeye başladım, asistanlık yapmaya başladım. Ve çocuk oyunlarıyla beraber aslında girdi hayatıma ve yaklaşık olarak sahne sanat yirmi dört yılını dolduruyorum şu anda. aşağı yukarı yirmi yıllık bir öncesi var yani yazmaya başladım demin. o zamandan beri yazıyorum ve yazmayı da çok seviyorum. Tiyatronun her alanında olmayı çok seviyorum.

Oyunlarınızı yazarken İlhamınız neler oluyor?

İlham kaynakları olarak şöyle bir söyleyebilirim. tabii ki hayal gücüm bir kere bunun başında geliyor. hiç yaşanmamış bir şey bile yazıp hayal edip drama olarak bunu yazabiliyorum ama genelde etkilendiğim şey biyografi oyunları. Yani yaşanmış ölçülerin yaşanmış hikayeleri oyunlaştırmak daha çok hoşuma diyor. Tarihte iz bırakmış oyunlar yazmak daha çok hoşuma gidiyor. tabii ki on yedi oyunumun on yedisi de dram değil. Sadece yedi tanesi dram. Geri kalan hepsi komedi. tarzı oyunlar da var. Ama ilham olarak derseniz kendi yaşadıklarım, hayatın getirdiği zorluklar ve acılar diyebilirim Yaşamışlardı diyebilirim.

Bir oyunun yazım süreci ne kadar zaman alıyor?

Bu çok tuhaf bir soru çünkü mesela aşkı, vatan, Atatürk'ün hiç bilinmeyen bir yanını yazmıştım. önce de bir yarışma için yazmıştım bunu on beş dakikalık. Sonra ben buna neden bir oyun yapmak dedim ve iki buçuk saatte komple Bir saat on beş dakikalık oyunu yazdım. Ama an geliyor. Mesela bir oyunum var. Aşk ölsün diye yazıyorum komedi oyunu. Finaline geldim ve bir buçuk yıldır sadece finali yazacağım. Yani onun süreci aslında şöyle söyleyebilirim. Yazarlığın en iyi olduğu dönem içe kapanıp yalnızlaştığınız zaman eğer kendinizi yanlış kanalize oluyorsunuz ve bir sanat kapısı açılıyor beyninizle. Yazar kapısı açılıyor diyebilirim. Ve her şeyi hayal etmeye başlıyorsunuz. Iki üç saatte yazdım bir oyunu. Günü geldi. Bir buçuk yıldır hala bitmeyen oyunum var.

Yazarken bir sahneyi yoksa oyarken mi daha çok zorlanıyorsunuz?

Çok güzel bir soru, şöyle söyleyebilirim. Aslında hepsi ayrı bir keyif. Ben tiyatronun yazılması aşamasında da çok büyük keyif alıyorum. Yönetmenlik rejisini yaparken de çok keyif alıyorum. Oynarken de çok keyif alıyorum. Hatta müziklerini bile kesip biçerken stüdyoda kaydederken bile yapıyorum. Işıklarını bir yaparken bile ama yazarlık mı yönetmenlik mi derseniz an çok zor bir soru şöyle yazarlık ve yönetmenlik mi diyeyim oyunculuk diyeyim o zaman size yani sahnede alkış almak daima çok değerli.
Günümüzde yazılan metinleri şu yazmış çok takdir ederiz dediklerini çok fazla duyamıyoruz. yönetmeni ve hatta oyuncuyu ön plana çıkartan bir şey ama her hepsi bir keyif.

Oyunculuk mu Yazarlık mı sizin için daha ön planda?

Ya bu şeye benziyor. Yani anneni mi daha çok seviyorsun? Babanı mı demek gibi oluyor? Hani ikisini de çok seviyorum Yüzde elli elli gibi hepsinden dediğim gibi keyif alıyorum. Az evvelki verdiğim gibi ama ya çok zor bir soru. Yani keşke bu tiyatro mu sinema mı deseniz daha kolay bir cevabı var ama bunun eşit diyeyim ya. Hepsi benim çocuklarım gibi diyebilirim. Esprili oluyor ama eşitliğim ne olur affedin beni politik bir Cevap vermiyorum. Gerçekten öyle. Hepsi ayrı bir keyif.

Sahnede oynamadığınız ama yazdığınız bir karakter var mı? Varsa neden oynamadınız?

Tabii ki. Yani yazdığım oyunların yarısında ben oynamadım. Benim yazdığım oyunlardan bahsediyorum. Oynamadım. hem yazımı hem de eğitmenliğini yaptım. ama oynadığım oyunlar da var. Mesela Suskunlar az evvel size bahsettiğim oyunda ilk premier dediğimiz oyunda ben oynamamıştım. E iyi ki de oynamamışım. Çünkü dışarıdan gözlem yapmak, yazdığınız bir şeyin yorumlanmasını görmek, hatalarınız varsa onları da tespit etmenizi sağlıyor. ama çok şey ben bu oyunu kendime yazdım dediğim, duvardakiler benim premier oyunlarımdan biri. Ki şu anda Gece Yarısı Parkalı Adamlar çok çok iddialı ve yazdığım en iyi oyun olabilir. Duvardakiler de mesela tamamen beni anlatan, seksen darbesinde ama beni anlatan, annemle olan bağları anlatan, gerçekten çok duygulandığım Yani ağladığım gerçekten sahnede ağladığım ki kendimi parçaladığım bir oyun. Çünkü rahmetli annemin sesini de kullanıyorum efektlerde. Benim için çok özel bir oyun ve o oyunu kimsenin oynamasını istemem benden başka

Tiyatronun toplumsal değişime katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Hem de çok. Yani şimdi biz sanatın en önemli ana damarını kullanıyoruz. Tiyatrocular olarak. Ve inanın bana Türkiye'deki, Türkiye için söyleyeyim bunu. Türkiye'deki çoğu olguyu anlatan en iyi yol, en iyi yöntem ve her zaman dediğim gibi bir şey var. O da şu biz sanatın kaba tabiriyle silahını kullanıyoruz. Yani en güçlü ne derler? En güçlü silahlarını tüfeğini kullanıyoruz. Tiyatro bir daha söyleyebilirim. bir yol yapamaz ama öyle bir eleştirir ki toplumu uyandırır ve o yolu yapmak zorunda kalır. Düşünmesi gerekenler yapması gerekenler. ve hayatın bir aynası. O yüzden sahneye çıktığımız zaman orası özgürlük alanımız ve istediğimiz gibi bu özgürlüğü de seviyoruz. Gerçi günümüzde ne kadar engel olsa da, ışıkları aşmak zorunda olsak da, sanatın gücüne müthiş inanıyorum. Tüm sanatseverlerin özgür düşüncelerini, ve her şeyden önce Türkiye'ye olan bağlılıklarını görüyorum. O yüzden bir daha söylüyorum, hiçbir siyasi düşüncem yok Sağ sol olarak hiçbir zaman bakmadım. Tek isteğimiz var. Biz zaten sanatçılar hep muhalefetiz. Yani bir pazara gittiğimizde eğer aldığımız portakal, elma pahalıysa sağa sola bakmıyoruz. Bu neden pahalıdır? Sorgulamak zorundayız. Işimiz o. toplumu yönlendirdiğimiz evet yönlendiriyoruz. Bu sadece bizle değil ilk on üç çıkışından Dianisos'tan gelen bir şey. O zaman da insanları yönlendirmek için kullanılmış sanat. Ama biz insanları uyuyan kesimi uyuyan kişiler varsa onların yüzünü açıp ülkeye daha faydalı olmaları, vatanı daha çok sahiplenmelerini istiyoruz. Bu yüzden de sanat bizim elimizde canlı yakmayan güldüren en huzur verici bir silah olarak karşınıza çıkabiliyor.

Genç tiyatroculara ve yazarlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz veya nasıl bir tavsiyede verirsiniz?

Tiyatro bir kere çok büyük bir emek. Ben yirmi dört yıldır yapıyorum ve yapan çok çok ustalarım var. Zonguldak'ta da Benden çok çok yıllardır bu işleri yapan var. Sunu diyebilirim. Gerçekten bir emek cefa isteyen bir iş ve gerçekten çalışmanız gerekiyor. Pardon işledim düzelteyim aşk. Çünkü bunun ben iş olduğuna değil aşk olduğuna inanıyorum. Bunun bir maddi karşılığı yok. Dünyaları da verseniz o seyircinin sizi bin o alkışları duymak dünyanın her şeyine bedel. O yüzden gençlere tavsiyem gerçekten atölyelere, eğitimlere ve çok çalışmaya ve hocalarını dinlemelerini tavsiye edebilirim. yazarlık olarak da sürekli yazmaları lazım.iyi analiz etmeleri, iyi gözlem yapmaları ve sürekli denemeler yapıp yazacaklar kağıtları buruşturup atacaklar yazacaklar beğenmeyeceklerse diyecekler ama sonunda istediklerini başarabilecekler. En azından ben de böyle oldum.

Oyunculuk üzerine gelirsek ilk sahneye ilk çıkışınız nasıl oldu ve o anı hatırlıyor musunuz?

Hatırlıyorum. Dediğin gibi unutamam. Ilkokulda Türkçe öğretmenim Türkan Hocam dördüncü sınıfa gidiyordum. Ben dördüncü sınıfa gitmeden önce o zaman Hürriyet İlköğretim Okulu'ydu. Sonra Ahmet Erdan oldu. Şimdi bir daha ismi değişti. Ilk mezunuyum. İlkokula başladığımda ben taklit seçeneğiyle başladım. Yani kırktan fazla sporcu, siyaset, müzisyen taktikleri yapıyordum ve okula Ahmet Erdoğan İlköğretim Okulu'na ilk bilgisayarı aldırdım. şöyle kaçak bir şey. Ilk çıktığım saniyeyi söylüyorum bu arada. Profesyonel olarak olanı da söyleyebilirim orada. kendini kağıtlara, el işi kağıtlarına yazıp para karşılığında onları satıp bozuk paraları toplayıp biz bir buçuk saat performans yapıp kendiniz çarşafları gererek yaptığımız okulda öğretmenlerimizle oyun oynadık ve müdürümüze gidip hocam bize okulumuza bilgisayar alın demiştik. o da sağ olsun bizim aldığımız sadece klavye alıyormuş meğer:) Üzerine tüm hocalarımız kendi maaşımdan destek verip ilk bilgisayara aldırmıştı. Ve o bilgisayarı aldıklarında keyfi hiçbir şeyle paylaşamam. benim bir emeğim var diyorum o yüzden. İlk öyle çıktım ama asıl tiyatro sahnesine çıkmam dördüncü sınıftan beşinci sınıfa çok haylaz bir öğrenciydim ben. Türkçe öğretmenim. Türkan Hoca'm hala yaşıyor. Allah uzun ömürler versin, ellerinden öpelim. Hocam dedi ki, eğer dedi, tiyatroya kursumuz var, daha doğrusu oyunumuz var. Oraya gideceksin. Bir ay boyunca ben tamam deyip gitmedim. Ve en son dedi ki seni sınıfta bırakırım. Korkudan gittim. Ve bir kez sahneye çıktıktan sonra başrol vermişlerdi bana. Bir kez sahneye çıktım 24 yıl oldu bırakamamdım.

En zorlandığınız rol hangi hangisiydi ve neden?

Aslında şöyle söyleyeyim. Ben ters köşe bir oyuncuyum. bizde tabir budur. Yani zor rolleri çok severim. konuşmak gerekirse işte bir hayat kadınını oynamak bir alternatif insan oynamak bir uyuşturucu bağımlısını oynamak, ters köşe rolleri çok seviyorum. zaten asıl ustalığım da o. Hiçbirinde zorlanmadım ama birinde gerçekten zorlandım. O da Deniz Yıldızı diye bir oyun oynuyorduk. Oyunumuzda ben bir uyuşturucu bağımlısını oynarken gerçekten zorlanmıştım. Kötü rollerde de oynadım ama ve hayatımda en iyi yaptığım şeydir. Çok zorlanmama rağmen o benim için aslında bir eşik oldu. diyebilirim.

Bir karaktere hazırlanırken nasıl bir süreç izliyorsunuz kişisel olarak?

Şimdi öncelikle bir oyunu okuyoruz. Okuduktan sonra onun kısa metinsini, bir hikayesini çıkartalım. bu adam nerede yaşamış veya bu karakter nerede yaşamış? Hangi dönemi anlatıyor? O dönemde ne tarz giyinilir? O dönemde işte hangi kullanılır. Hepsini analiz ettikten sonra kendim olarak onu bir önce okuyup ezber üzerine gidiyorum. Bunu da farklı teknikler kullanıyorum. Genelde duygu durumlarını çalışmak için ÇHEO tekniğini çok kullanırım. Altı yönle altı duygu üzerinden giderim. Bu çalışmaların üzerinden girdikten sonra okuma provaları, çalışmaları. okuma çalışmaları bittikten sonra sahne provaları, o rolle yatıp o rolle kalkıyordum aslında. o karaktermişim gibi lanse ediyorum ve hayatıma da yansıtıyorum. Bunu yaptığım zaman çok başarılı bir şekilde üzerimize giyebiliyoruz. tabii ondan çıkma süreci de biraz oluyor yani işimiz sanat.

Seyirciyi de iletişimi nasıl tanımlıyorsunuz?

Mükemmel. Tarif edilemez. Yani cennetten bir köşe gibi, bir bahçe gibi hissediyorum kendimi. egomuzun tavan olduğu gerçekten ruhumuzun okşandığı. Çünkü seyirciden gelen güzel eleştiriler de eyvallah. Başımızın üzerine bütün iş yerlerde kendimizi daha iyi yapmaya, daha çok rekabetçi olmaya, sanatı daha da yüceltmeye yönelik oluyor. Ben bu konuda sahneyi oynamadım ve sağ olsun her seferinde tüm seyirciler sahneleri doldurdular. Ve onlara bütünleşmek tarifsiz yani bir yüce bir mertebeye ulaşmak gibi bir şey.

Tiyatroda doğaçlamanın önemi nedir?

En sevdiğimyanlardan biri çünkü ben bunda mütevazı olamayacağım. Zonguldak'ta en iyidoğaçlamayı yapan oyunculardan biriyim diyebilirim. Çünkü ben önce konuya başlarım. konuyu ezberlerim ve o konu için de doğaçlamayı çok severim. Tekse çok bağlı kalmayı seven bir adam değilim. Aykırıyımdır o konuda. Tabii oyuncularıma bunu demiyorum. Tekse bağlı kalalım diyorum ama onları her an unutabilirler. Her an böyle bir çıkmaza çıkabilirler diye.

Zonguldak'ta zaten ilk doğaçlama tiyatroyu yapan ekibiz. Sahnede bunu defalarca sergileyen yani ekibim için de çocuk tiyatrosunun yapan ekibim de var. Doğaçlama ekibim de var. Normal oyunların haricinde. daha bahar tiyatrosu yapanlar daha kafe tiyatrosu yapanlar da var. Yani onları da eğitiyorum o konuda
Doğaçlama benim için çok önemli. Çünkü hayatımda bile her şeyi spontane ve doğaçlama olarak iyi kararlarla yönetebiliyorum.

En unutamadığın sahne arkası anınız nedir

Güzel bir anıdan bahsedeyim. Kötü bir anıdan değil de güzeller aklımızda kalsın. tiyatro Diva döneminde Şenol hocamızla beraber oynuyoruz. kütüphane haftası. Ve dört yüz çocuğa oyun oynuyoruz. Önde pedagoglar, öğretmenler hepsi var. Şimdi biz dekorlarımızın arkasında giyiniriz, tanınırız. ister istemez de sahneye çabuk çıkabilmek için o panolarımızın arkasına giyinip hemen sahneye çıkabiliriz diye. Bir gün oyun oynuyoruz. O arada da arkadaşım demiş iki erkek olarak giyiniyoruz yani üzerimizi başımıza giyiyoruz. Bu çok normal. Ah önümüzdeki pano bir yıkıldı. Şenol Hoca'yla ben apışıp kaldık ve 400 öğrenci ile göz göze geldik. Ggliyememişiz daha giyeceğiz. Pano yıkılınca biz bir anda şöyle tak diye bir ses geldi. Kafayı bir kaldırdık. Dörtyüz çocuk, yirmi tane öğretmen, pedagoglar yani sadece boxerlarla hocalara üzerimizi kapatmaya çalışıyoruz. Ya çok utanmıştık ama çok eğlenmiştik. Ve panoyu o halde kaldırıp oyuna devam etmemiz gerekiyordu.
Zonguldak'ta tiyatroda yaşadığım şeyler var. Ondan da hatta belki de onun da kitabını yaparım bilmiyorum. Ya da sahnelerim. Orada anlatıyorum. Bu sadece küçücük bir anı. yoksa çok anımız var. Yine Bir gün oyundan oyuna, çocuk oyunundan Okullardan okullara yetişiyoruz. Onu da anlatayım ikinci anı olsun. tabii ki okuldan okula çok zaman sıkıntımız olduğu için biz kostümlerimizi çıkartmadan makyajlı bir şekilde gidiyoruz. Oyunlara. Hiç unutmuyorum. Kalkıyorlar ki dayak yiyorduk. Yani Şenol Hocamız ön tarafta acil gidiyoruz. okulu Bulamadık adres soracağız. Tabii ki Şenol Hoca soracak. Kurşun asker oynuyoruz. Ben kurşun asker kıyafetindeyim. Şenol Hoca'mız da Kral Pinoke dediğimiz karakterle ve makyajlı bayağı gördünüz işte rimeller, allıklar şunlar. Camı açıklar. Adres soracaktım deyince ya garibim. Köylü vatandaşlar baktım dövecekler sarıyorlar bizi. Zor kurtarmıştık canımızı. Bu ve buna benzer ya çok güzel anılarım var. Bunların hepsini artık oyunda seyircilerimiz gelir. çok detaylı. izlerler diye düşünüyorum.

STAND UP GÖSTERİSİ YAZDIM

Ferdi Kazancıoğlu son olarak, "Oyun tek kişilik bir Stand Up gösterisi yazdım orada ki oradaki kütük benim" dedi.