Avrupa Yeşil Mutabakatı veya sınırda karbon düzenlemesi sıklıkla duyduğumuz ancak birçoğumuzun tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz kelimeler…

Mutabakat, 2050 yılına kadar AB'nin net sıfır karbon hedefine ulaşması için; iklim değişikliğiyle mücadele, çevresel sürdürülebilirlik ve ekonomik büyüme arasında tüm dünyada adaletli bir denge kurmayı hedeflemektedir. Bu adil ve kapsayıcı dönüşümde Türkiye, 1 Ocak 2026 tarihine denk gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer almaktadır. AB'nin en büyük ticaret ortağı ve ekonomik iş birlikçisi olarak Türkiye'nin 2053 yılı için net sıfır karbon hedefini açıklaması, ülkenin Yeşil Mutabakat'a olan taahhüdünü destekler niteliktedir. Mutabakatın AB’nin kendi coğrafyasıyla sınırlı kalmayacağı, ilerleyen dönemlerde küresel ölçekte dönüşüm sağlayacak yaptırımlar sunacağı bilinmektedir. Şu an için hiçbir mali yükümlülük ve/veya yaptırım olmasa dahi, Türk sanayisinde üretim ve ihracat yapan her işletmenin mutabakata uygun yöntem ve hizmetleri şimdiden geliştirmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. AB, sera gazı protokolüne uygun olarak ihraç edilen ürünlerin pazarda tutunabilmesi için beşikten mezara birçok verinin raporlandırılmasını talep etmektedir. Hatta eko-etiket, dijital ürün pasaportu, çevresel izleme uygulamaları, sürdürülebilirlik sertifikaları başta olmak üzere birçok unsur uluslararası pazara girişte önem kazanmıştır.

Mutabakat ile, bazı sektörlerde iş gücü taleplerinin değişime uğrayacağı öngörülmektedir. Özellikle kömür, doğal gaz vb. fosil kaynakların etkin kullanıldığı ana ve yan sektörlere yönelik talep azalabilir. Yakın gelecekte, yenilenebilir enerji özellikle güneş, rüzgâr, hidroelektrik, biyokütle, jeotermal enerji kaynaklarının daha popüler olması beklenmektedir.  Elbette bu durum, Türk sanayisi için yeni ticari fırsatlar yaratacaktır. Ancak, bu fırsatlar ekonomik zorlukları da beraberinde getirebilir. Özellikle, çevresel uluslararası standartlara uyum sağlamak için gerekli olan teknolojik yatırımlar, Türk sanayisi için ciddi maliyetler oluşturabilir. Bu süreçte hızlı ve büyük adım atanlar küresel ölçekte rekabet edebilenler olacaktır. Rekabet, küçük ve orta ölçekli işletmeler için dahada zorlu global bir yarış haline gelebilir. Yarışta işletmeler sadece ulusal banka kuruluşlarıyla iş birliği içinde olmamalı, uluslararası finans piyasalarındaki farklı kaynakları keşfetme ve değerlendirme çabası içerisinde olmalıdırlar. McKinley’in yaptığı bir araştırmaya göre, tüm dünyanın Avrupa Yeşil Mutabakatına uyum sağlaması için 2021-2030 yılları arasında 50-60 trilyon dolarlık bir yatırım yapılması gerekmektedir. Yapılan araştırmalar, 14 trilyon dolarlık yatırım için sektör bazında bir yol haritasının mevcut olduğunu ancak yaklaşık 44 trilyon dolarlık yatırım için ise herhangi bir planın bulunmadığı yönündedir. Kaynaklar mevcut ancak bu kaynakların nereye ve ne şekilde tahsis edileceğine dair büyük bir belirsizlik dünyanın her yerinde. Türkiye’nin yatırım payına düşen miktar ise; 135 milyar dolardır. Türk Sanayisinin yeşil mutabakat hedeflerine uyum sağlaması için ise; 2021-2027 dönemleri arasında sanayide yeşil ve dijital dönüşümü sağlamak amacıyla 95,5 milyon Euro’luk kamu bütçesi, Ufuk Avrupa Ar-Ge programı ile işletmelerin finansal kullanımına sunulması uygun görülmüştür. İklim Değişikliği Başkanlığı verilerine göre ise; Avrupa Yeşil Mutabakatına dair hiçbir iyileştirme tedbiri alınmadığı durumunda Türkiye'nin 2032’ye kadar karşılaşacağı toplam maliyet yıllık 2,5 milyar dolardır. Görüldüğü üzere; Mutabakat  iklim krizinin etkilerini endüstriye faturalandıran birçok konuyu derinlemesine ele almaktadır. Özellikle kamu kurum ve kuruluşları, şirketler her türlü kamu ve özel sektör dahil olmak üzere kıt kaynakların verimli kullanımı için kapsamlı bir yol haritası oluşturulması gerekmektedir. Yol haritasının sürdürülebilirlik alanında cinsiyet eşitliğine değinmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Kadınların yeşil dönüşümdeki kilit rolü, sürdürülebilirlik alanındaki yenilikçi çözümleri toplumsal farkındalık oluşturma ve ekonomik kalkınmaya katkı sağlama potansiyelleri Türk sanayisine çok önemli destek sağlamaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler, Dubai'de İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP 28) düzenlendi. Politikacılar, siyasetçiler, üst düzey yöneticiler ve iş insanları, bu zirveye özel jetleriyle yoğun katılım gösterdiler. Bilindiği üzere, havacılık sektöründe sera gazı emisyonu oldukça yüksek, dünyanın iklim kriziyle nasıl başa çıkacağını ortaya koyanlar, iklim krizini tetikleyen uygulamalar ile COP28’de yer alıyordu bu durum oldukça endişe verici ama gelin birlikte detaylara bakalım. En dikkat çekici gelişme, küresel fosil yakıtların tüketimini azaltmaya başlama hususunda 200 ülkeden temsilci fikir birliğine vardı. Çağrıda 100’den fazla ülkenin fosil yakıtlardan çıkış talebi yer edinmedi. Böylelikle, 2030 yılına kadar küresel olarak yenilenebilir enerji kapasitesinin üç katına çıkarılması, özellikle, kömür kullanımının azaltılmasını ve karbondan arındırılması zor endüstrilerde karbon yakalama depolama gibi teknolojilerin hızlandırılması öngörüldü. COP28’de yer alan önemli bir diğer konu ise kayıp zarar fonuydu. İklim değişikliğinin neden olduğu zararların telafi edilmesi veya azaltılması için oluşturulan fona ilk kez ülkelerin katılımı gerçekleşmiş oldu. COP28'in Başkanı Sultan Al-Jaber, ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri'nin 100 milyon dolar taahhüt ettiğini bildirdi. Ek olarak, Almanya'nında fona 100 milyar dolarlık bir katkı taahhüt ettiği öğrenildi. Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya' nında fona katkı sağlayacağı bildirildi. Türkiye ise herhangi bir katkı beyanında bulunmadı.

COP 28’de hemen hızlı harekete geçilmesi gereken konulardan biri de kaynak verimliliği olarak tespit edildi. Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı'na göre, Türkiye'nin 2024-2030 döneminde sadece enerji verimliliği ile enerji tüketimini %16 azaltarak 100 milyon ton emisyon azaltımını planlamaktadır. Biz gelişmekte olan ülkelerden biri olmamıza rağmen 400 milyon ton karbon emisyonu ile küresel olarak en çok emisyona sebep olan ülkeler sıralamasında 15. olarak yer almaktayız (Küresel Karbon Raporu, 2019). Türkiye’nin emisyonlarında kömür başı çekerken (167,2 milyon ton CO2), onu sırasıyla petrol, gaz ve çimento sektörleri takip etmektedir.  Türkiye’nin yenilenebilir enerji kurulumunun 12 yılda 60 gigawatta ulaşacağına yönelik Enerji Bakanlığı tarafında somut yatırımları var. Ancak hedefler çok uzun vadeli, kısa dönemde bu hedeflere ulaşmak için aksiyon oluşturmak oldukça güç. İş birlikleri kurmak bu noktada çok önemli bir avantaj. Özel, kamu, kurum, kuruluş, dernek vb. örgütlerin hepsi ile birlikte hareket edebilmek potansiyel enerjimizi kinetik enerjiye çevirmek için oldukça elzem.  Dünya ülkelerinin birbiri ile rekabet ettiği bu zirvede geride kalmamak için hızlı bir biçimde adım atmamız gerekiyor. Avrupa’nın sınırda karbon düzenleme uygulaması yürürlükte mevcut, Türk sanayisindeki ihracatçıların kendi pazarını kaybetmemesi ve yerini koruması için yeşil yatırımlarına finansör bulması gerekli. Aksi taktirde global pazarda yerini koruyamayacak durumda kalacaklar. Bu yönü ile değerlendirildiğinde sermaye piyasasını akışta bırakmadan, kuralları şeffaf ve net biçimde ortaya koymak gerekmektedir. Rekabet her geçen gün artıyor, pazar büyüyor. Bilgi teknolojilerine dayalı dijital dönüşümü yaratmak, ekonomiyi büyütmek gerekiyor. Şu an ülkemizde bir seçim havası esiyor ancak kondisyonu şimdiden güçlendirmek şart.

Görüldüğü üzere Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın Türk sanayisine etkileri, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarıyla oldukça geniş bir yelpazede ortaya çıkmaktadır. Türk sanayisinin bu dönüşüm sürecine hazırlıklı olması ve sürdürülebilirlik odaklı bir gelecek için gerekli adımları atmaya başlaması gerekmektedir. Bu hem Türkiye'nin ulusal çıkarları hem de küresel sürdürülebilirlik hedefleri açısından önemli bir adım olacaktır. Türkiye'nin çevreye verdiği önem tarih boyunca değişim göstermiştir. Özellikle son yıllarda çevre koruma ve sürdürülebilirlik konularına daha fazla önem verilmeye başlanmıştır. Türkiye, çeşitli uluslararası anlaşmalara imza atmış, çevre koruma yasalarını güçlendirmiş ve çevre dostu projeleri hayata geçirmiştir. Ancak, hala çevre kirliliği, doğal kaynakların aşırı tüketimi ve çevresel sorunlarla mücadelede daha fazla çaba gerekmektedir. Bu nedenle, Türkiye'nin çevreye verdiği önemde artış olsa da daha fazla çalışma ve  politika değerlendirmesi yapılmalıdır.   "Çevreyi korumak, akıl gereğidir. Yarının doğası, bugünden yaratılır." Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bu sözünden ilham alarak, farkındalık oluşturmalıyız. Büyük, orta, küçük ölçekli işletme sahipleri, iş insanları, kamu görevlileri, mühendisler, doktorlar, mimarlar, akademisyenler, yöneticiler, memurlar, ev hanımları, hizmetliler iş kolu ve sektör fark etmeksizin hepimiz gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için bugünden kıt kaynakları tüketmeden ve mümkün mertebe israfı önleyerek yaşamaya devam etmeye çalışmalıyız... Sevgilerimle