Bazen insan, başını yorganın altına gömdüğünde dünyayı susturmak ister. O an,bütün dertlerin kapının dışında kaldığını varsayar.
Bir tür yanılsamadır belki bu,ama psikolojinin en saf savunma mekanizmasıdır. Aynı zamanda bunun adı kaçıştır.
Kaçış,bir yenilgi değil,ruhun kendini koruma refleksidir.
Keşke tüm sevdalar bir uçurtmanın peşi sıra yaşansa.
Ne çok benzer aslında insan ruhu o uçurtmaya,ipi hep bir yerlere bağlı,ama gözleri hep gökyüzünde.
Aşk dediğin,kimi zaman özgürleşme arzusu,kimi zaman bağlanma korkusudur.
Felsefe bu noktada sessiz kalır,çünkü kalp,aklın denklemlerine sığmaz.
Rahmetli anamın yün iplikleri gelir aklıma.
Yumuşacık,sabırlı, birbirine dolanmış…
Kader de böyle değil mi zaten?
İnsan,kendi ilmeklerini ördüğünü sanır, loysa çoğu zaman başkalarının elleri dokunur hayatına.
Biz,o örgünün içinde hem ısınır,hem de bazen boğuluruz.
Bir kış akşamı gibi dip dibe yaşlanabilseydi insanlar…
Birbirine yabancılaşmadan, ekran ışıklarının ardına saklanmadan.
Modern insanın en derin yalnızlığı, kalabalıkların içinde kayboluşudur.
Psikoloji bunu Sosyal İzolasyon diye açıklar,ama asıl mesele vicdanın ve sevginin üşümesidir.
Şu tıkırdayan saatleri susturacak bir kahraman bulunsa keşke.
Zamanın acelesini durduracak, içimizdeki çocukla yeniden tanıştıracak biri.
Belki o zaman ecel bile bir tehdit değil, sadece dönüş olurdu.
Bir melodinin son notası gibi huzurlu olurdu ruhumuz.
İştehayat,tatlı bir öğlen uykusu gibi tükenirdi sonunda.
Ne korkuyla,ne pişmanlıkla…
Bir dut lekesi gibi kalırdı üzerimizde gerçek sevgiler. Çıkmaz,silinmez ve unutulmaz olurdu.
Belki de asıl ölümsüzlük, sevdiğinin kalbinde bıraktığı o küçük lekenin adıdır.
