Olayları kamuoyuna aktaran basın mensupları, acı dolu anıları paylaşırken, Düzce’nin depremden ders çıkararak yapılaşmada örnek bir kent haline geldiğini vurguladı.
Hafızalara Kazınan ve Yürekleri Sızlatan Kara Gün "18.57"
Türkiye tarihinin en yıkıcı depremlerinden biri olan 7.2 büyüklüğündeki Düzce depremi, 12 Kasım 1999 gecesi saat 18.57'de kenti derinden sarstı. Bu felaket, sadece binaları değil, binlerce canı ve şehrin kolektif hafızasını da ağır şekilde yaraladı. Yıkımın ortasında kalan Düzce halkının sevdiklerini ararken attığı ve enkaz altından yankılanan "Sesimi duyan var mı?" çığlıkları, o geceyi yaşayan herkesin hafızasına silinmez bir iz bıraktı.
Felaketin İlk Tanıkları Gazeteciler O Anları Gözyaşları İçinde Anlattı
Felaketin üzerinden geçen 26 yılın ardından, Düzce Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü anlamlı bir etkinlik düzenledi. Etkinlikte, o kritik saatlerde sahada bulunan ve yaşananları belgeleyerek Türkiye kamuoyuna ilk bilgileri ulaştıran gazeteciler ağırlandı. O dönemde yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla anlatan basın mensuplarının hatıraları, izleyenlere yoğun duygusal anlar yaşattı.
Yüksek Katlı Yapılara Son Verildi
Gazeteciler, acı dolu anılarını aktarırken önemli bir noktaya dikkat çekti: Yaşanan büyük kayıplardan sonra Düzce'nin adeta küllerinden yeniden doğduğu ve deprem bilinci konusunda önemli adımlar attığı belirtildi. Basın mensupları, Düzce'nin geçmişteki acılardan ders çıkararak yüksek katlı yapılaşmaya son veren ve bu konuda çevre illere örnek teşkil eden bir kent haline geldiğini dile getirdi.
İhlas Haber Ajansı (İHA) Düzce Temsilcisi Ali Yıldız, 12 Kasım depreminde evde olduğunu belirterek "Biranda sallanmaya başladı. Depremin akabinde İHA'nin bir çok canlı yayın aracı Düzce'ye geldi. Tüm Dünyaya oradan haber servisi yapıldı. Düzce'nin ne durumda olduğu gözler önüne serildiği için birçok kurum daha çabuk Düzce'ye ulaştı. 105 saat sonra çıkartılan teyzemizin, enkaz altında babasının kendisine su ve yiyecek getirdiğini anlatması beni çok etkiledi. Düzce il olmayı hayal ederken yıkılmış bir şehir oldu. Düzce küllerinden yeniden doğdu" ifadelerinde bulundu.
Gazeteci Hasan Kaya ise yaşadıklarını "Ana haberleri sunmak için üst kata çıkacaktım, bir gürültüyle birlikte kıyamet koptu. Benim görevim bu; ‘Kameranı al çekim yapmaya başla' Koştum arabaya kamerayı almaya. Aracımızın üzerine banka binası çökmüştü. İte kaka kapıyı açtım ve kamerayı aldım. Anında çekim yapmaya başladım. Kızım aklıma geldi. Kameranın ışığını tutuyorum. Yatmış vatandaş, ya balkondan atladı. Kameranın ışığını görünce ‘Baba' diye sesini duydum. Dünyalar benim oldu, ama çocuğunun sesini duyamayanlar o kadar çoktu ki" dedi.
TRT Muhabiri Levent Öztürk'de "Radyoda, ‘Merkez üssü Düzce' sözünü duydum. Arabayı hemen geri çevirdim. Kamuoyuna acilen yardım getirilmesi konusunda mesaj vermeyi düşündük. Sinyal yakaladığım ilk yerden önce ana haber bültenine bağlandım ve ‘ne varsa gönderin, Düzce tamamen yıkıldı, sizin yardımınızı bekliyoruz' dedim. Anlatması çok güç, 2 saat önce haberini yaptığım caddede eser kalmamıştı. 26 yıl öncesinden bahsediyoruz. İnternet yok, bugünkü gibi bir afet koordinasyonu yok. Kültür Mahallesi'nde bir teyzemiz çok uzun bir süre sonra enkazdan kurtarılmıştı" şeklinde konuştu.
Gazeteci Ümit Çetin, "Ürkütücü bir sesle birlikte geldi. Birçok yerde yıkım vardı. Hemen görüntü alma isteği, gazeteciliğin vermiş olduğu bir refleks. Aracımız İstanbul Caddesi üzerindeydi ve enkaz altında kalmıştı. Binaların altından sesler geliyordu ve hiçbir şey yapamıyorduk. Ailemi sağ salim görene kadar benim için hayat durdu diyebilirim. Depremin gerçekten çok büyük bir boyutta olduğunu o ekmek arabalarının geldiğini görünce hissettim. Gün ağardıktan sonra depremin boyutu daha çok ortaya çıkmış oldu" dedi.
Gazeteci-yazar Dilaver Kambur; "Hani derler ya kıyamet senaryoları diye, yer yüzü bir halı gibiydi. Tam bir felaketti. Annenin kaçarken evladını almayı unuttuğu tam bir korku dünyası. Çatıdan bakıldığında görüntülerin yüzde 40'ı yerle birdi. Bir anneyi hatırlıyorum. Yıkılmış bir binanın önünde eşi ve çocukları çıkarılmış. ‘Karnın aç mı?' diye soruyorlardı. O da ‘Hiçbir şey hatırlamıyorum, açlığımı hatırlamıyorum, Dünyayı hatırlamıyorum. Bana çocuklarımı getirin" dedi.
Gazeteci Harun Can Şerbetci ise "Binaların yıkıldığını görünce kendimi yere attım, korkunç bir şeydi. O insanların bağırmaları aklıma geldikçe kanım çekiliyor. Evlerin başında herkes enkazdan birilerini çıkarmaya çalışıyor. O gün benim cebimde tesadüfen fotoğraf makinem vardı. Hemen makinemi çıkardım. Flaşla çekmeye başladım. Haberleri zarfa koyuyorduk filmle birlikte İstanbul'a öyle gönderiyorduk. Gün ışıyınca gördük ki Düzce yerle bir olmuş. Düzce'de artık güvenilir durumdayız. Çok büyük yıkımların olacağını düşünmüyorum bundan sonra" dedi.
Anadolu Ajansı Düzce Temsilcisi Ömer Ürer: Arabanın ışığına doğru koşan toz yığınından çıkmış insanlar vardı. Bembeyaz suratlarıyla başka bir yakınının kurtarılması için yardım istemesi unutamadığım bir sahneydi. Biraz acı olacak ama, öyle bir dönemdi ki cenazeyi bulduğumuza sevinmiştik. Gazeteciliğe başlamam afetle birlikte oldu. İnanlara nasıl yardımcı olabiliriz ile başladı. 36 kareye neler yaşandığını sığdırmamız gerekiyordu. Siyah odalarımız yoktu, hepsi yıkılmıştı. Hem kamerayı bırakıp enkaz altındaki insanları çıkarma çabası, hem buradaki durumun ne kadar büyük olduğunu insanlara duyurma çabasındaydık" ifadelerinde bulundu.
Fotoğraf Sanatçısı Lütfü Şimşek; "Fotoğrafladığım vatandaş, ‘Enkazdan çıkan hayat' diye tüm uluslararası basında yer aldı. Duvarlara yazılan çeşitli yazılar vardı. Biz de onları fotoğraflamıştık. ‘Biz iyiyiz gençlik merkezinin önünde çadırdayız' yazıyordu. Özellikle evlerde kalan öğrenciler çok kullandılar" şeklinde konuşarak yaşadıklarını aktardılar.





