Bu dünyanın en büyük yalanı, insana durmadan bir şeyler istemeyi öğretmesi. Daha fazlasını arzulamazsan eksik sayılacağını fısıldar kulağına.
Oysa insan bazen hiçbir şey istemediğinde tamamlanır.
Hırsın omuzlara yük olduğu yerde, huzur bir sığınak gibi belirir.
Satın alınabilenlerin cazibesi geçicidir; kalıcı olan, insanın kendi içinde kurduğu sessizliktir.
Geldiğim yerle övünmedim, gideceğim yerle kimseye meydan okumadım.
Büyük laflar etmenin insanı büyütmediğini zamanla öğrendim. Hayat, iddialı cümleleri değil, sahici duruşları hatırlıyor.
Üzerinden geçip gittiğim bu dünyaya ait olmadığımı fark ettiğimde hafifledim. Sahip olmaktan çok vazgeçmenin özgürlük olduğunu o gün anladım.
Bir yerinde okumuştum hayatın hikâyesini...
Silahı dost bellemiş bir adam vardı zamanın içinde. Gücünü demirde aramış, sesini öfkesine yaslamıştı bir zamanlar..Zaman geçtikçe fark etti ki, insanı ayakta tutan şey tetiğe yakınlık değil, vicdanına olan mesafedir.
Önce öfkesini susturdu, sonra belindekini yere bıraktı.
En zor vazgeçişlerin, en büyük dönüşümlere kapı araladığını o an öğrendi.
İnsanın kendine dair farkındalığı arttıkça, zamanla kurduğu ilişki de değişiyor. Sonsuzmuş gibi yaşanan günler, bir anda kıymetli birer nefese dönüşüyor. Toprakla kurulan bağ, insana hem geçiciliğini hem de değerini hatırlatıyor. Her anın sınırlı oluşu, onu anlamsız kılmıyor; aksine derinleştiriyor.
İç dünyasında denge kurabilen insan, dış dünyanın gürültüsüne teslim olmuyor. Beklentiler azaldıkça hayal kırıklıkları da sessizleşiyor.
Kabul görmek, alkışlanmaktan daha sahici bir ihtiyaç hâline geliyor. Olduğu gibi var olabildiği birkaç insan, koca kalabalıklardan daha zengin bir miras bırakıyor.
Bazen koca bir hiçliğin ortasında durduğunu hissediyorsun. Korkutucu sanılan o boşluk, aslında en büyük özgürlük alanı olabiliyor.
Tutunacak zorunluluklar olmayınca, insan kendine daha dürüst bakabiliyor.
Sahip oldukların değil,seni sen olduğun hâlinle kabul edenler kalıyor geriye.
Servet dediğin şey, kasalarda saklanan birikimler değil. Varlığından memnun olan bir çift göz, omzuna dokunan samimi bir el, sessizce paylaşılan bir çay kadar gerçek. Dünya geçiyor, insan geçiyor.
Geriye, neye dönüşmeyi başardığın kalıyor.
Dipnot:
Metin içinde geçen silahla ilgili bölüm, kişisel bir anlatım ya da doğrudan bir yaşanmışlık değildir. Yılmaz Güney’in Salpa ve Hücre öykülerindeki karakterlerin dünyasına yapılan edebi bir göndermedir.
Silah belde durur, lakin içten içe terk edilmiş, aile ve sevgili almıştır.
Zaten güç, zamanla bir dayanak olmaktan çıkar. Yılmaz Güney’in gerçekçiliği de tam burada belirir; silah dramatik bir sahneyle bırakılmaz, yavaş yavaş, yerini sevgiliye bırakır.
Belki de, bu değişim dönüşüm büyük bir yanılgıdır.
Murat İLERİ