Bankın kenarına yığıldı. Öfkeyle çıkmıştı evden ne telefonu vardı yanında ne de hırkası. Sinirle sırtını banka yasladı. Ellerini göğsünün üzerinde bağladı. Tükenmek, bir sigara gibi bitmek; kimliksiz kalabalığın ayakları altına ezilmek, içindeki son kıvılcımı da söndürmek istiyordu.

Bu doğruysa yaşamak neye yarar, diye fısıldadı.

Gözlerindeki yanma kısa süre sonra kayboldu ve yerini gözyaşlarına bıraktı. Acısından taşanlar yanağını kürüyordu. Kafasını kaldırdı. Henüz sema dökülmemişken başından aşağıya, yüz tutmuş ama çürümemişken, buruk bir soluk ciğerlerini ıslattı.

Ansızın geçmiş belli belirsiz hayat buldu gözlerinin önünde. “Yavrum seni bu evrende anlayabilecek Allah’ın bir canlı kulu yok.” diyerek yaka silkmişti annesi.

Herkes aynı şeyi söylüyordu. Burnunu çekti. Diğerleri tarafından anlaşılamamak ne büyük bir cezaydı.

Bakışlarını mezarlığa doğru çevirdi. Hafifçe titredi. Artık soğuk hava, hüznünü bölebilecek kadar güçlüydü. Kalabalığı fark etmesi hayli zaman aldı. Ölenin kim olduğunu merak etmiş gibi yapmaya karar verince tahmin etmeye koyuldu. En azından cenazede bulunanlardan ölen hakkında birtakım çıkarımlar yapabilirdi. Niye yapıyordu bunu? Hiçbir fikri yoktu.

“Varlıklı biri olmalı…” diye söylendi. Pahalı kaşeleri olan kalabalık ona böyle düşündürmüştü.

“Oldukça…” diye yanıtladı yanındaki ses. İrkilerek kafasını çevirip baktı. “Yakını mısınız?” diye sordu. Adam “En yakını…” dedi.

Utanmış hissediyordu. Biraz kızararak “Başınız sağ olsun. Çok özür dilerim, kusura bakmayın lütfen.” dedi.

“Önemli değil.” diye ekledi fakat belli ki önemliydi. Beti benzi atmıştı adamın ve biraz da titriyordu. Genç kızın samimiyetinin farkına varınca “İnanın anlıyorum sizi. Muhtemelen yerinizde olsam ben de bu veya buna yakın çocuksu bir oyuna girişirdim. Utanmanıza gerek yok. Sizin talihsizliğiniz yanınıza oturmamdan kaynaklanıyor yoksa yaptığınızın ayıp bir yanı yok.” dedi.

“Teşekkür ederim.”

“Ne için?” İlgilendiğinden değil, sessizlikten mümkün olduğunca uzaklaşmak istediğinden sormuştu. Önünde ne de olsa uzun bir sessizlik vardı.

“Beni anladığınız için…” Söyler söylemez pişman oldu kız. İnsan ancak bu kadar duyarsız olabilir, diye geçirdi içinden.

“Neden, sizi anlamak zor bir meziyet mi?”

“Öyle söylüyorlar hatta,” duraksadı konuşmaktan vazgeçti. “Ne diyorum? Böyle bir zamanda sizin başınızı ağrıtıyorum.”

“Lütfen,” dedi adam gerçek bir ilgiyle. “Devam edin. Öyle söylüyorlar hatta?”

Yüreğinde onu anlayan birini bulmanın mutluluğuyla anlatmaya başladı. “Hatta beni anlayacak yeryüzünde tek bir canlının olmadığını söylüyorlar.”

Adam nedenini sordu. “Keşke dememek için bir hiç uğruna uğraştığımı düşünüyorlar. Hayaller için artık çok büyük olduğumu, herkesin yetindiği şeylerle yetinmem gerektiğine inanıyorlar. Ben yetinmeyince de anlam veremiyorlar yaptıklarıma. Ama şu kalbim… Hayalini kurduklarımın adı dahi geçince çiçek bahçesine dönüyor. Olmuyor biliyorum ama yarın olabilir diyorum. Yaşın kaç oldu, diyorlar. Olsun. Büyümek benim elimde olan bir şey değil ki. Hem çok daha büyük yaşlarda hayallerine kavuşanlar var. Benim onlardan neyim eksik? Kimse beni anlamıyor.”

“Anlıyorum.”

“Evet, annem de aynen böyle söyler. Sonra ben diğerlerinin söylediklerine kırılıp üzülünce de kızar. En nihâyetinde de bana böyle dedi. Beni yaşayan kimsenin anlayamayacağını…” Genç kızın yanakları tekrardan sırılsıklamdı.

“Hayallerinize prangalar vurmadığınız için kimsenin sizi anlayamayacağını mı söylüyorsunuz?”

“Ben değil… Onlar…”

“Bilin ki yanılıyorlar. Ben sizi anlıyorum ve destekliyorum. Bir yabancının desteği ne denli önemli bilmem ama…”

Genç kızın kalp atışları hızlandı. Gözyaşlarını sildi. “Çok… Çok önemli.” dedi. Mümkün olsa bu yabancı adamı alıp eve götürür, annesinin ve diğerlerinin gözüne sokardı. Sonra da haykırarak var işte, derdi. “Herkesi olduğu gibi beni de anlayan biri var.”

“Ama kızmayın onlara… Dün karşılaşmış olsaydık muhtemelen ben de anlamazdım sizi.”

“Şimdi anlıyorsunuz ya önemli olan bu! Beni de anlayan Allah’ın canlı bir kulunun olması ne güzel…”

Adam cenaze ahalisine bakıp yüzünü ekşitti. “Öyle demeyin siz yine de…”

Tabutun kapağının açıldığını görünce yavaşça kalktı yerinden. “Gitmem gerek, kendinizi üzmeyin. Hayat başkalarının ne düşündüğünü önemsemek için çok kısa…”

Genç kız neşesini dizginlemeye çalıştı.

“Bırakın onlar sizi anlamak için uğraşsınlar. Anlaşılmak için çabalamayın.”

“Artık bir önemi yok bunun. Siz beni anladınız ya yeter bana!”

Adam üstelemedi. Hafifçe kafasını eğerek genç kızı selamladı ve “Memnun oldum.” dedi. Genç kız baş sağlığı dileklerini yineledikten sonra titreyerek uzaklaşan adamı izledi. Sanki uzaklaştıkça gözden kaybolan bir geminin yelkeni gibiydi yabancının gidişi.

Kalabalığın yanına varan adama kimse dönüp bakmadı. Birkaç kişi kenardaki tabutun içinden ölüyü çıkarmak için hareketlendi. Adam, genç kıza bakıp el salladı. Kız karşılık vermek için elini kaldırdığında kolu havada takılıp kaldı. Dudakları hayretle aralandı. Az önce yanında oturup onunla konuşan adam yavaşça eğilip tabutun içine girmişti.

Buz tuttu düşünceleri. Dudakları titredi. Acaba diye geçirdi içinde. Yeryüzünde başka bir mevzu daha var mıydı diğerlerinin bu denli haklı olduğu?

Kübra Akkuş