İnsan bazen kendi kendine yalan söyler.
“ Seviyorum” der, aslında alışkanlığına bağlanmıştır.
“Onsuz yapamam” der,aslında korkuyordur yalnızlıktan.
Ben de bir zamanlar bu yanılgının içindeydim.
Sanmıştın ki hissettiğin şey sevdaydı.
Meğer bir duygunun değil,bir alışkanlığın esiriydin.
Kıskanmak, sahiplenmek, kopamamak…
Hepsi aynı zincirin halkası.
İnsanın doğasında var bu gerçek.
Kaybetmekten değil, kontrolü kaybetmekten korkuyoruz.
O yüzden “benimsin” diyoruz,
çünkü aslında kendi varlığımızdan emin değiliz.
Zaman insanı yavaşça ayıklaştırıyor.
Bir sabah uyanıyorsun,o büyü yok.
Sesini duymak istemiyorsun, yüzünü bile hatırlamak zor geliyor.
İşte o an anlıyorsun, aşk sandığın şey sadece bir yanılsamaymış.
İnsanın duygusu değilmiş o; gururuymuş, boşluğuymuş, korkusuymuş.
Sonra kabulleniyorsun.
Kimse kimsenin değil.
Ne kadar bağırırsan bağır,hiçbir şeyin “ebediyen”i yok.
İnsan gider.
Sessizce,bahanesiz, bazen de açıklama bile yapmadan.
Sen ise o gidişin arkasında kendinle kalırsın.
O zaman fark ediyorsun;
en ağır ayrılık,birini kaybetmek değil, kendini bulmakmış.
Ekim, kasım,Aralık…
Aylar geçiyor, insanlar değişiyor.
Zaman seni de törpülüyor.
Bir bakıyorsun,artık ağlamıyorsun.
O eski öfke de yok, beklenti de.
Sadece bir sakinlik kalıyor.
O sakinlikte bir bilgelik var.
Artık biliyorum...
Bazı insanlar gitmek için gelir.
Bazı duygular yaşanmak için değil, bitmek için başlar.
Gerçek sevgi sahiplenmek değilmiş.
Bırakabilmekmiş.
Ama en sert gerçek şu:
Kimi zaman kaybetmek,insanı tamamlayan tek şeydir.