Zamanın bir yerinde, belki de, evvel zaman içinde, haydi diyelim ki; kalbur saman içinde, develer top oynarken, eski hamam içinde…
Hrozlar tellal iken, pireler hamal iken...
Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken;işte öyle bir zamandı...
Sana bakarken; sevgi ve Umut dolu gözlerle, farkına bile varmayacaktın, bu sonu belli olmayan vedalarımın.
Hem ne diyordun bana veda ederken; son buse de;
Hazan değdi yaprağıma,
Mevsim dursun güz utansın.
Çürümüş yaprak gibiyim.
Güz değil bahar utansın
Çatlamış toprak gibiyim.
Irmaklar çaylar utansın...
Sanırım bir sonbahar akşamıydı, aylardan Eylül' dü.
Ama, bu Eylül o Eylül değildi.
Ulucanlar Cezaevindeydim.
O zamanlar, Yılmaz Güney'in, Sanık,Hücrem ve Umut kitapları tutuşturulmuştu ellerime
Oysa 12 Eylül darbesinin, karanlığındaydı yüreğim.
Henüz 15 yaşındaydım.
"Ey Allah'ım bu karanlığa nasıl heba ettim ömrümü ''?derken, senin dört mevsim, yedi iklime benzeyen yeşil gözlerin gelirdi aklıma.
Oysa, gönlümde iki aşk vardı.Biri Vatan, biri de Devletti.
Ve bir kere Kurdun kanı da düşmüştü yere ...
Yarin yeşil gözlerinden, al kırmızıya dökülürdü gözlerim.
Sonra akşam güneşi aşıyordu.
Sen yok oluyordun gece boyu.Senli sessizlik sarıyordu dört bir yanımı.
Gözlerinde kayboluyordum ve sen farkına bile varmıyordun.
Gün geceye dönüyordu.
Mevsimler değişiyor ve herşeye rağmen senli sessizliğin gecelerinde, güneş yeniden doğuyordu.
Kara kedi bile farkındaydı ama sen değildin.
Kalabalıklar içinde yapayalnız kalmak işte böyle birşeydi.
Yazan: Murat İleri