Fukaranın küçücük bir evi vardır, iki de çocuğu. Yeterli yeri olmadığından küçük bahçesinin bir köşesinde 8-10 tavuklu bir kümesi, bir de çocuklarının süt ihtiyacı için kümesin yanında, ayakta durabileceği kadar yeri olan dar bir alana sıkışmış ineği vardır. Asla mutlu değildir, bu mutsuzluk ailevi nedenlerle değil, yer darlığındandır. Çocuklar gittikçe büyüyor, ihtiyaçlar artıyor ama evini büyütecek parası yok, parası olsa bile yapacak yeri yok, zaten yatacak yeri de yok, akşam olunca küçücük evinin bir köşesine karı-koca sığıntı gibi birbirine sokulup yatıyorlar, diğer kısımda çocuklar yatıyor, bir de mutfak ve oturma odası diye kullandıkları giriş kısımda yerleri var.
Aile reisi baba kara kara düşünürken yine aynı dertten mustarip komşusu adamın düşünceli duruşundan merak eder ve sorar:” komşu seni çok üzüntülü görüyorum, nedir derdin?” diye sorduğundan adam; derin bir iç çeker ve anlatmaya, derdini dökmeye başlar, komşusu hem dinler hem de bıyık altından alay edercesine güler, komşusunun bu tavrı gücüne gider ve susar, kendisiyle alay edildiğini düşünür, daha çok üzülür. Konuşmasını kesen adamın üzüldüğünü anlayan komşusu kendisinin yanlış anlaşıldığını ve alay etmediğini ama çözümünü bildiğini söyler. Adam zaten suya düşen yılana sarılır gibi son bir çaresizlikle: “nedir çözüm?” der. Komşusu bu sorunu daha önce kendisinin de yaşadığını ama falanca hocaya gittiğinde üzüntüsünün ne kadar ayıp ve yersiz olduğunu, o günden sonra küçük olan evimde mutlu ve huzurlu yaşadığını anlatır. Adam zaten çaresizdir, son bir umut: “hangi hoca?” der ve yola koyulur, hocanın evini bulur, ne tesadüf hoca da kapısının önündedir, yaklaşır süklüm-büklüm: “ hoca efendi benim bir derdim var çaresinin sizde olduğunu söylediler ben de kalktım sana geldim” deyince hoca : “hele otur anlat bakalım” der. Adam ne var, ne yok bütün sorunlarını sıralar, hoca büyük bir sabırla dinler, adam sözünü bitir ve hocanın ağzının içine bakar. Hoca: “madem bana geldin ve çözüm istiyorsun dediklerimi uygularsan mutlu olursun, dediklerimi yapmazsan zaten mutsuzsun, mutsuz kalırsın.” Adam çaresizlik içinde: “buyur Hoca Efendi” der. Hoca derki: “Bu akşam gideceksin dışardaki ineği evin içine alacaksın.” Adam hocanın kendisiyle alay ettiğini düşünür, bir şeyler diyecek olur, sonra vaz geçer, hocadır bir bildiği var der ve evine döndüğünde karısının itirazına rağmen ineğin yularını çözer yatma vakti içeri alır ve ayaklarının dibine bağlar, aslında yaptığının iyi bir çözüm olmadığını kendisi de bilir ama bir deneyelim, bir geceden ne çıkar, vardır hocanın bir bildiği der. O gece sabahı zor ederler, sabaha kadar ızdırap çekerler, sabah olur olmaz büyük bir hışımla hocanın evine gider ve sinirli bir şekilde: “hoca başka bir çözümün yok mu biz sabahı zor ettik sen bizimle dalga mı geçtin yoksa?” Hoca gayet sakin bir şekilde: “Muhterem sen bana çözüm için geldin, ben de aklımın erdiği kadarıyla çözüm bulmaya çalıştım ister uyarsın ister uymazsın.” Adamın başka çaresi yoktur, içinden lanet olsun der. Tam kalkmak üzreyken: “hocam başka bir çözümün var mı?” Hoca yine istifini bozmadan: “elbette var, bu akşam dışardaki kümesi de evin bir köşesine taşıyacaksın, dedim ya yapıp-yapmamak senin elinde.” Adam çıldıracak gibidir, kendini zor tutar ve sinirli bir şekilde hocanın yüzüne bakmadan çıkar gider, yolda giderken: “ya bu hocanın bir bildiği var, bu akşam da bunu denesem, en çok bir geceyi ziyan ederiz.” Der ve eve gelince hanımına anlatır, hanımı şiddetle karşı çıksa da sonunda kabul eder, o akşam da tavukla ve inekle geceyi geçirecekler, gecenin geçmesi ne mümkün, ineğin, tavukların kokusu, gürültüsü…Gece değil, tabiri caizse tarifi mümkün olmayan bir işkence.
Yine sabahı zor ederler, bu defa adam hocanın yanına başka bir niyetle gider, amacı hocanın kendileriyle alay ettiğini ve bunun bir karşılığının olmasını düşünür. Tam hocanın kapısına vardıklarında hoca adamın niyetini anlar ve: “ Aklından geçenleri biliyorum, bana kızgınsın ve çok haklısın ,seninle alay ettiğimi düşünüyorsun ama yanılıyorsun, ben sana çözüm için çalışıyorum” deyince adam şaşırır, bu hoca içimden geçenleri nasıl okudu, bunda bir hikmet var der ve yelkenleri suya indirir, gayet sakin bir şekilde : “ hocam verdiğin akıllar hiçbir işe yaramadı, buraya artık farklı bir niyetle gelmiştim ama sen içimden geçenleri okuduğun için son kez seni dinleyeceğim, eğer mantıklı bir çözüm olmazsa bu defa olacaklardan ben sorumlu değilim” der. Hoca. “Tamam şimdi beni iyi dinle, hemen evine gidiyorsun o hayvanları eski yerine bağlıyorsun, yarın sabah seni burada bekliyorum, gel istediğini yap.” Adam kalkar, evine döner, akşam olmadan hayvanları eski yerine bağlar, o gece kral dairesinde yatıyormuş gibi bir hisle, rahat rahat uyur, sabah olunca da soluğu hocanın yanında alır, büyük bir telaşla içeri girer, hoca şaşkındır, dur demeye kalmadan, sarılır ellerinden öper ve: “hocam beni bağışla meğer bizim ev ne kadar büyükmüş te, bizim haberimiz yokmuş, Allah senden razı olsun.”
Bütün bu hikayede anlatmak istediğimi Nasrettin hocanın. “ Fukara eşeğini kaybeder üzülür, sonra aynı eşeği bulur sevinir.” iki satırlık nüktesinde de bulabilirdiniz, ama ben de o kadar yetenek olmadığından derdimi anlatmak için uzattım da uzattım.
Önce yüzde yirmi beş zamma üzüldük, ardından yüzde otuz oldu sevindik, sonra mart ayında iyileştirme olacak diye umut ektiler, daha çok sevindik, oysa aynı eşeği bulup bulup kümeslerimizde mutlu oluyoruz gibi bir his var içimde…