Hayatın kenarına itilmiş bir ruhun hikâyesidir bu. Bazen insan,kendi ömrünü uzaktan izler.
Sanki başkasının filminde kısa bir sahneye sıkışmış gibidir. Yaşayamadığı hayalleri bir bir gözlerinin önünden geçer,her biri içini burkar ama yine de susar.
Çünkü sessizlik,en derin haykırışların sığınağıdır.
Umuda sarıldıkça yalnızlaşır insan. Tutunduğu her dal, biraz daha kırar içini. Tozpembe sanılan hayat,aslında gri bir gökyüzüdür çoğu zaman.
O gökyüzünün altında bir serçe gibi çırpınır kalbi.
Kanadı kırılmış,yine de uçmaya yeminli. Her düşüşünde biraz daha kanar,ama hiçbir zaman pes etmez.
İçinde gizlediği acıları kimseye anlatamaz.
Çünkü anlatmak, çoğu zaman anlaşılmamak demektir.
İnsan,derdini taşıyacak bir omuz bulamayınca kendi yüreğini siper eder acısına.
Yine de yüzünde bir tebessüm taşır.
Belki inatla,belki gururla.Çünkü bazı yaralar, gülümsemeyle gizlenir.
Hayat bazen öyle hoyrattır ki,bir kenara atılmak kaderin değil,insanların tercihidir. Horlanmak, dışlanmak,yok sayılmak…
Bütün bunlar,kalpte sessiz bir öfkeye dönüşür.
Fakat o öfke zamanla bilgelik olur,insana dayanmayı öğretir.
Mutluluğu bulamamak değil mesele.
Belki de mutluluğu yanlış yerlerde aramaktır.
Gerçek mutluluk, bazen sadece hayatta kalabilmektir.
Bazen bir serçenin kırık kanadına rağmen uçma cesaretidir.
İnsan,en çok da acısıyla olgunlaşır. Kırıldıkça kendini tanır,sustukça derinleşir.
Gri gökyüzünün altında hâlâ umut vardır; yeter ki insan, içindeki o küçük serçeyi öldürmesin.