TDK’ na göre zulüm: Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kıygı, eziyet, cefa. Okuduğunuz bu cümle tamamen doğrudur, içindeki “kıygı” sözcüğ...

  TDK’ na göre zulüm: Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kıygı, eziyet, cefa. Okuduğunuz bu cümle tamamen doğrudur, içindeki “kıygı” sözcüğü zaten cümleyi tamamlıyor. “Güçlü bir kimsenin yasaya ve vicdana aykırı olarak…” diye başladığına göre asıl bu başlangıcı tartışalım. Güçlü bir kimseden kasıt; fiziki güç, siyasi güç, paranın gücü ve ya başka şekilde bir gücü elinde bulunduran kimselerin diğer insanlara karşı tutumu zulüm olarak açıklanabilir, ama ne yalan söyleyeyim bu açıklama sadece bizim gibi yasaların kâğıt üzerinde güzel olduğu, uygulamada bu güzelliğinin hiç görülmediği ülkelerde olabilir, ancak: yasaların her şeyin üstünde olduğu ülkelerde zulmün tarifini nasıl yapacağız, bu ülkelerde zulüm yok mu diyeceğiz? Asla zulüm her yerde farklı şekillerde var, Medeni değiller ama dünyaya egemen oldukları için başta ABD, AB ve İngiltere gibi dünyayı sömüren bu egemen sınıfların uyguladıkları zulüm oldukça ağır olmasına rağmen bunların zulmünden kimse söz edemez, söz edemezden kasıt: ellerinde her türlü gücü bulunduran bu sözde egemen sınıflar ellerinde bulundurdukları medya gücünü de kendi isteklerine göre kullandıklarından yapmış oldukları zulüm dünya toplumlarına öyle bir yansıtılır ki tüm dünya bu zulmü görmez, üstelik yapılan zulmün hak edildiğini bile söylerler. Uzatmıyorum, kısıtlı tarih bilgimle akılda kalanları sıralayacağım: ABD Kore’ye asker göndermemizi isterken sırtımızı sıvazlaması, bizim de bu tuzağa kolayca düşmemiz, Dünyanın herhangi bir yerinde diyelim savaş var ve çok kan akacak, -mesela Irak gibi- o zaman bizim askerlerimizin ne kadar kahraman olduğunu söylemeleri, iş başka alanlara geldiğinde bizim gibi bir toplumun dünyada olmadığını uzayda olabileceğini düşünmeye başlamaları, işte asıl zulüm budur, içerdeki yöneticilerimizin sırtımız sıvazlandığında bu tuzağa kolayca düşmeleri, başka alanlarda haksızlığa uğradığımızda da seslerini gür bir şekilde çıkaramamaları. Yine aklıma geldiği için söylüyorum: İngiltere saray mensuplarının bırakın ölmelerini, nezle olsalar bile bizim medyamız sümüklerini bile yakın çekimle gözümüzün içine sokmaları veya –her ne kadar egemen sınıf olmasalar da egemen sınıfa biat eden Suudi Arabistan bu egemen sınıfın aynı zamanda bize karşı finansörüdür- Gözümüzün içine baka baka Ankara’ya gelen bu sahtekar Suudlar bırakın Anıtkabir’i ziyaret etmelerini, boğanın kırmızı görmesi gibi Anıtkabir tarafına bile bakamamaları, ama bu sahte dostlarımızdan her hangi bir devlet adamı öldüğünde bizim  ülkemizde şanlı bayrağımızın yarıya indirilmesi. İşte en büyük zulüm budur, AB nin altmış yıldır bizleri kapısında bekletip almamaları bile bu zulmün yanında solda sıfır kalır. Hep ben diyor, ben işitiyorum: Bizler aklımızı başımıza toplayıp vatan-millet el ele üretim ekonomimizi büyütüp masaya yumruğumuzu vuramadığımız sürece sözde Ermeni soykırımı gibi saçma sapan işlerle her türlü zulme her zaman uğramak zorunda olacağız. Hem muhalefet ,hem de iktidar sahipleri bu güzelim ülkemizi her söylemlerinde ayrıştırmaları bu egemen sınıfın ne kadar hoşuna gittiğini anladığımız an bu zulüm son bulacaktır. Son iki not: Çok sevdiğimiz abimiz Levent Usman hakkın rahmetine kavuştuğu gün bizler Dünya Madenciler Gününü ağız tadıyla kutlayamadık, çünkü camiada çok saygın ve sevilen bir meslektaşımızdı. Rahmetler diliyorum. İkincisi: Zonguldak’ta yapılan kamu ve özel sektör madenciliğin yaşadığı ve de yaşayacağı sorunları artık her yönüyle yazabilirim, sırasıdır. Buna kaçak ocaklar da dahil… Ben gemileri yaktım… Çözüm yollarını da dileyen her makamla tartışırım ister ilgi duysunlar, ister duymasınlar, ben söyleyeceğimi bu kanaldan söylerim, balık bilmezse, Halik bilir.   Yazan: Mehmet Çelik