Çok çocuklu bir evin gürültüsü,yokluğun acımasız sessizliğiyle iç içe geçtiği bir çocukluktu benimkisi.
Ama, o yokluğun içinde,bana en büyük zenginliği kazandıran bir şey vardı:Kitaplar...
Daha ilkokul çağımda,değerli bir öğretmenimin yüreğime serptiği okuma sevdasıyla tanıştım.
Sayfalar arasında büyüdüm ben. Ortaokula geldiğimde,dünya klasiklerini çoktan yutmuş;hayallerimi, umutlarımı,acılarımı yazıya dökmeye başlamıştım.
Sonra gençlik yıllarımda,kalemim gazetelerin sayfalarında hayat buldu.Yeni Adım’da Harun Ersoy ve Erhan Çakmak gibi ustalarla yan yana yazmak,bana hem cesaret hem de sorumluluk verdi.
Demokrat Çaycuma’da ise bir başka usta,Hasan Ataman girdi hayatıma.Onun öğretileriyle yazıya yalnızca kelime değil; vicdan, emek ve samimiyet katmayı öğrendim.
O yıllarda Mevlüt Kırnapçı gibi değerli edebiyatçılarla, rahmetli şair Ziya Mısırlı ile yollarımız kesişti.Onlardan aldığım izlenimler hâlâ satırlarıma siner.
Bir dönem,adını bugün anmak istemediğim bir dergide Cezmi Ersöz ve Nihat Genç ile aynı çatı altında yazdım.Mavi Marmara’da ise kalemim uzun yıllar bana yol arkadaşlığı yaptı.
Benim için yazmak, yalnızca kelimeleri yan yana getirmek değil;topluma ışık olabilmek,yüreklere dokunabilmek demekti.Abdal geleneğinden geldiğim için;aşkı da, ayrılığı da, hüznü de yazdım.Ama sadece onlarla sınırlı kalmadım.Günceli de,siyaseti de, toplumsal yaraları da kaleme aldım.
Belki de,üstat Neşet Ertaş ile soy bağımın bir armağanıdır bu, satırlarım insanın kalbine kolayca yol buluyor.
Ben,sadece içimden geleni yazıyorum.
Umarım, kelimelerim bir yerlerde bir gönüle dokunuyordur.