Gece çöktüğünde hayat biraz daha yavaşlıyor.
Sokakların uğultusu dinerken insanın içindeki gürültü artıyor.
Başını yastığa koyduğunda yükselen o tuhaf kıpırtı,dış dünyanın sesi değil.
Sanki içerde bir yer, uzun zamandır susmuş bir şeyleri yeniden hatırlatmak istiyor.
Hayatın akışı içinde herkes bir rol taşıyor.
Evde başka,işte başka,sokakta başka bir yüz…
Toplum böyle şekillendiriyor bizi.
Yine de,insanın içinde kimsenin dokunamadığı bir oda oluyor.
O oda,bazen yalnızlık kokuyor,bazen kırgınlık,bazen de sebebini bilmediğin bir eksiklik...
Zamanın ağırlığı birikir.
Çok sevmenin gölgesi kalır.
Çok beklemenin kırığı durur.
Çok anlam yüklemenin yorgunluğu içe çöker.
İnsan dışarıdan tamam görünürken, içerden eksik bir kelime gibi sallanır aslında.
Bitmeyen bir cümlenin son hecesi gibi…
Var ama hep yarım.
Zihin düzen ister, kalp sükûnet,ruh ise yol arar.
Bazen üçü birden aynı kapıya dayanır.
O kapı insanın kendisine açılan gönül kapısıdır.
Tasavvuf,insanın eksikliğini fark ettiğinde tamamlanmaya başladığını söyler.
Bu yüzden eksik hissetmek kötü bir şey değildir.
Aslında,garip bir çağrı bu.
Yolun başladığını haber veren ince bir ses.
Herkesin kendi içinde yürüdüğü bir çölü var.
Bu çöl kimi zaman yoruyor,kimi zaman düşündürüyor,kimi zaman da insanı dönüştürüyor.
Kumların altında saklanan su,insanın kendi gerçeğidir.
Bulması zor ama bulunca bütün yorgunluğu alır.
İçindeki bahar gecikmiş olabilir.
Yine de yolunu bulur.
Zamanı gelince kalbinin kapısına dayanır.
İnsanı yeniden dirilten şey,tam olarak da budur.
Bu yazı bir başlangıç.
İnsanın iç sesine doğru atılan ilk adım.
Devamı yarın...
( Yalnızlığın Gizli Yüzü...)