Her şeyin sona erdiğini sandığımız anlarda bile, sessizce yeniden kabuklarımıza çekildik. Güneş battı, gökyüzü karardı, şehir sustu.

Ama asıl kararan, insanın içiydi.
Yalnızlaşmalar çoğaldı, konuşmaların yerini iç sesler aldı.
Günün karmaşık halleri, yapılması gerekenlerin ağırlığı, sorumlulukların görünmez zinciri, insanın kendi benliğinden yavaş yavaş kopuşuna dönüştü.

Oysa biz, kendimizi oyaladığımızı sanıyoruz.
Bir kahveyle, bir mesajla, bir kitapla … Oyalandığımız şeyler değil aslında, kaçtığımız kendi benliğimi.
Kimi odasına çekiliyor, kimi geçmişin kırıklarını onarmaya çalışıyor, kimi de sessizce kendini dinliyor.
Ama hepsinin ortak noktası şu:
Ruh, bir şekilde kendini susturmayı öğreniyor.

İçimizde bir yerde kıpırdanan, hâlâ nefes alan o parça ... Ruhumuz bazen taşıyamadığı duyguların altında eziliyor.
İnsanın kendisiyle hesaplaşması, en zor mahkemesidir.
Yüreğimizde birikenlerin, söylenemeyenlerin, bastırılanların bedelini hep “Ruh” öder.
İşte o ruh, gün gelir cezaya dönüşür.
Bir zamanlar hissedebilmenin gücüyle parlayan o varlık, yavaş yavaş donmaya başlar.

“ İnsan ve ruh ” evrende birbirine en yakın ama en uzak iki kavram.
Birbirini büyütürken yıpratan, birbirini anlamaya çalışırken tüketen bir ikili.
Ruh, bazen başka bir insanda yankı bulmak ister.
Bazen de kimsenin dokunamayacağı bir kuytuya sığınır.
İnsan her ikisinde de biraz daha yalnızlaşır.

Belki de asıl soru şu:
İnsanlar için bir şeyler yapmak gerçekten anlamlı mı?
Kıymeti bilinmeyen bir çabanın ardında ne kalır ki?...
Yoksa insanın en büyük yanılgısı, herkesin aynı derinlikle hissedebildiğine inanmak mı?
Bazen iyilik bile yanlış ruha değdiğinde, anlamını yitirir.
Anlarız ki, işte o zaman ruhlar betonlaşır.

Bir kez dondu mu iç sıcaklık, bir kez kırıldı mı o içteki yumuşaklık, artık geri dönmez.
Betonlaşan bir ruh, ne ağlayabilir ne de gülebilir.
Sadece bakar, ama göremez.
Sadece yaşar, ama hissedemez.
İşte o zaman, insan olmanın en saf anlamı kaybolur.

Ruhun betonlaşması, modern çağın en görünmez felaketidir.
İnsanın kendine yabancılaşmasının, duyguların körelmesinin, vicdanın susturulmasının diğer adıdır.
Belki de, bu yüzden, her gün biraz daha sessiziz.
Çünkü içimizdeki ses artık bize inanmıyor.

Murat İLERİ