Bir çok duruşmadan sonra mahkeme bir türlü kanaat oluşturamaz, aslında katil mahkeme salonundadır ama öyle ustaca savunma yapmaktadırlar ki kimin suçlu olduğuna karar vere...
Bir çok duruşmadan sonra mahkeme bir türlü kanaat oluşturamaz, aslında katil mahkeme salonundadır ama öyle ustaca savunma yapmaktadırlar ki kimin suçlu olduğuna karar veremezler. O gün mahkeme hakimi oldukça sinirlidir, adı gibi katilin salonda olduğunu bildiği halde bir türlü sonuca gidememektedir. Tekrar ifadeler alınır, değişen bir şey yok, herkes ustaca kendini savunduktan sonra hakim oldukça sinirli bir şekilde salonu gözleriyle süzer ve sert bir şekilde “Karar! Suçlu Ayağa kalk!” der içlerinden birisi ayağa kalkar ve sap gibi kalır, mahkeme aslında o saate kadar yine kararsızdır.
Şimdi dönelim kendimize:
Daha dün 41 madencimizi kaybettik, Allah yakınlarına sabırlar versin, şehitlerimize rahmetler diliyorum. Bütün bu taziyeler işin en kolayı, söylemesi kolay anca; çok yakından tanıdığım bir ablamız maden şehidinin kızıydı, ondan dinlemiştim, derdi ki:” babam ocakta şehit olduktan sonra çocuk halimle her gece yatağıma ağlayarak girerdim ve keşke herkesin babası ölse” diye dua ederdim. Bu çocukça bir yaklaşım ve bir o kadar da zor bir durum. Allah kimseyi anasız-babasız koymasın oldukça zordur ama; öyle de olsa, böyle de olsa dünya dönmeye devam ediyor, canı yanan yandığıyla ve dertleriyle baş başa kalıyor, genç yaşta toprağa düşen bedenler de bir süre sonra yine unutulmaya yüz tutuyor, aileleri unutmuyor ama kamuoyu unutuyor, ne zamana kadar? Allah göstermesin yeni bir facia olana kadar, facia olunca da birkaç şovmen selden kütük kaparcasına televizyonlara çıkacak, olur-olmaz ahkamlar kesecekler ve tekrar unutulacak, ağzım varmıyor demeye: Tarih tekerrür edip duracak, ta ki “Suçlu Ayağa Kalk!” dendiğinde herkes ayağa kalkana kadar çünkü kimsenin eli temiz değil, çünkü suçlu tek değil, çünkü bu çürümüşlükler sadece birkaç kişiye fatura edilecek kadar dar alanda oluşmuyor, Siyasiler, sendikacılar,yöneticiler, denetleyenler, denetlenenler, kömür, ihtiyaçlar, vs. kısacası sorun tek taraflı değil, yelpazenin dışında kimse kalmıyor, herkes az yada çok suçludur.
AMASRA
Amasra’da çalıştım, İş Güvenliği biriminde de çalıştım, ama yıllar oldu, ocaklar bizim bıraktığımız gibi kalmadı, derinleşti, genişledi, bir çok plan değişikliği oldu, yerin altını biliyorum dersem sahte uzmanlar gibi palavra atmış olurum, ama bildiğim ve değişmeyen tek şey o bölgenin jeolojik yapısı ve kömürün analiz sonuçlarıdır, bunlar değişmez, peki nedir bunlar? Biraz aklımın erdiğince teknik konuşacağım ama açıklamaya çalışacağım, Bölge W bd serisine ait, W a serisi Kozlu Formasyonundan daha genç ama karboniferde oluşmuş taşkömürüdür, koklaşmaz ve bünyesinde normalin üzerinde kükürt bulunur. Ben iş başı yaptığımda dışarıda stoklanmış kömürlerin açık alevle kendiliğinden yandığına şahit olmuştum, kömürün üzeri kil ile kapatılarak yanması engellendi, dışarıdan her hangi bir ateşleyici unsura gerek kalmadan kızışan kömür oksijenin katkısıyla yüksek ısıya ulaştığında kor haline gelir ve açık alevle yanar, nitekim Amasra Kömürlerinin böyle bir özelliği var, çabuk yanar, hatta halk arasında :”Kozalak gibi yanıyor” diye de dalga geçerler.
O gün ne oldu? Varsayımlar üzerinden gidersek bilimden uzaklaşırız, bilimsel konuşmak içinde konuyu çok yakından bilmek esastır, hem akademisyen olacaksınız, hem de işin mutfağından geleceksiniz, bu ikisini bir arada bulamazsınız, yıllardır bu iki sektör. Üniversite ve TTK -tabirimi hoşgörün- düşman kardeşler gibi dirsek dirseğe ama birbiriyle hiç konuşmayan konumda yaşamlarını sürdürüyorlar, böyle olunca da akademisyenlerin pratik bilgileri fiiliyata yansımıyor ve kağıt üzerinde kalıyor, ama ortada her iki sektörün koordineli çalışmamalarının eksikliği garibanlara fatura ediliyor, bu garibanların içinde sadece işçiler yok günah keçileri teknik elemanlar da var.
Konuyla ilgisi olduğu için yazıyorum: Sayıştay raporunu gündeme getirerek “Kaza Geliyorum Demiş” gibi hamaset yapan siyasiler de işin şov kısmına dâhildirler, aynı Sayıştay raporu başka işletmeler içinde benzer rapor yazarlar, Sayıştay’ın yazdığı raporlardan okuduğum ve edindiğim intiba: bu raporları yazanlar ya mühendis değil, yada işin mutfağından uzaklar, kullanmış oldukları terimler ve kurmuş oldukları cümleler teknik rapordan çok idari ve basma kalıp bir yapıya benziyor. “Herkes bir hafta içinde ölecek” dersem doğrudur ama genel bir tanımdır, şimdi bir yakını bu hafta içinde ölen gidip beni mahkemeye verebilir mi? Hayır verse bile haklı çıkmaz ama canı yanmıştır ve bana şom ağızlı diye diş biler , bana düşman olur, oysa ben bunu kast etmedim ki, tüm canlılar bir hafta içinde ölecek. Eğer bir öngörüde bulunacaksanız rapor yazıldığının ertesi günü kamuoyu ile paylaşırsınız ve dersiniz ki: “Bakın Sayıştay uyarıyor bu bölge riskli” Kısaca söylemek gerekirse bu basit şovu yapanların teknik danışmanları konusunda sıkıntıları olduğunu düşünüyorum.
Bazı medya gurupları ölenlerin içinde neden Maden Mühendisi yok? Gibi bir yaklaşım sergiliyorlar, buna yorum bile yapmıyorum değmez, böyle basit düşünenlere ayıracak zamanım yok.
Kömürün yapısını yukarıda izah etmeye çalıştım. Gerek linyit olsun, gerekse taşkömürü olsun bu tip üretim yapılan kapalı işletmelerde sadece kömürde CH4, CO, H2S, CO2 gibi bulunmaz, yan kayaçlarda da bu tip tehlikeli gazların ortama yayılması mümkündür, yani tehlike her yerdedir, bu gazlarla mücadele ise günümüzde artık çok basittir, ilerleme yönünde yapılan gaz drenaj sondajları bir önlem, bu yöntemle tehlikenin yerleri, miktarları anında tespit ediliyor ve önlem alınıyor, yani bu tehlikeli gazlarla birlikte kardeş gibi yan yana yaşıyoruz, önlem alarak onları oramdan uzaklaştırıyoruz ve üretmeye devam ediyoruz. Bu teoride böyle, pratikte böyle olmayabiliyor, tüm yer altı işletmelerinde galeri ve kömür içi hazırlıklarında önlemler alarak patlayıcı madde kullanırız, bunun iki faydası oluyor: Birincisi kömür veya yan kayaçta ne kadar hapsolmuş yüksek basınçta gaz varsa dinamitle onları açığa çıkarıp ortamdan uzaklaştırıyoruz ve ortam rahatlıyor, ikincisi patlayıcı ortam ortadan kalkmış oluyor, olumsuz tarafı da şu: yapılan patlatmalarda oluşan tavan boşlukları süren kama veya benzeri tahkimatla kapatılarak her ne kadar çalışanlar kendilerini güvenli ortamda sansalar da aslında tavan boşluklarında arından dönen ve yoğunlukça havadan hafif olan metan gazı yapısı gereği kontrol dışı tavan boşluklarına saklanarak sinsice beklemeye başlar, özellikle kömür formasyonlarından geçen ve en az 10 metre kare kesitli galerilerin tavandaki bu boşluklar arından dönen temiz hava ve yüksek oksijenle de beslenmeye başlar, bir taraftan da gözden uzakta kendi içinde kızışma başlar, bütün bu reaksiyonlar çalışılan ortamın dışında ama kapalı tavan boşluklarında devam eder, infilak etme dercesine kadar en yakın sensörler bile değer göstermeyebilir, infilaktan çok kısa bir süre sonra önlem almaya fırsat vermeden kor haline gelen kızışma patlayıcı ortamın üçüncü unsurunu tamamlayarak infilak eder, patlayıcı ortam; hacminin 3000 katı genişler, bu patlamada oluşan şok dalgasının daha uzaklarda bile hasara neden olması bu yüzdendir, infilak esnasında 1200 santigradın üzerinde bir ısı oluşur ki bu da demirlerin bile erimesine neden olacak bir ısıdır. Bu tip faciaların olmaması için eskiden bizler emniyetçi büyüklerimizden öğrenmiştik, yeraltında bakmadık delik bırakmazlardı, ellerinde radyo antenine benzer çubukların ucuna rikenleri bağlar ve tavan boşluklarındaki tehlikeli ortamları ölçmeye çalışırlardı, tavan boşluklarındaki tehlikeyi galeri yan duvarlarındaki sensörlerin ölçmesi mümkün değildir, zaten yüksek değer ölçtüğünde tehlikeye ramak kalmıştır. Geçmiş ola…
Yazan: Maden Mühendisi Mehmet Çelik