Bir zaman sonra anlıyorsun ki, karşılıksız bir aşka heba etmişsin ömrünü.

Takvim yaprakları, bir bir düşmüş gönül hanenden.
Sevda terk etmiş gitmiş, uçsuz bucaksız diyarlara.
Bir sen kalmışsın geride, bir de yürek sızın.
Aslında, hepimizin yakından bildiği hikaye şöyle başlıyor.
Akşam güneşinin yorgunluğu yine üzerindeydi.
O da ait olduğu yalnızlığa doğru gidiyordu.
Biraz sonra , önce sokak lambaları aydınlanacak, ardından da dört duvar arasına sıkıştırılmış yaşantılarımız.
Ama yine de, dünya hayatının karanlığı içimizde tarifi imkansız boşluklar oluşturuyordu.
Ben de, içimdeki bu boşluğu doldurmak üzere, cadde boyunca yürüyordum.
Yine, öyle bir akşamüstü rastladım sana.
Başıma değil, kalbime iş almıştım bu defa.
Önce gönlümün kapılarını açtım sana.
Korkularımı anlattım, zaaflarımı...
Zayıf yanlarımı gösterdim.
Korkularımı seninle yeneceğimi, zaaflarımı ve zayıf yanlarımı yine senin doldurabileceğimi biliyordum.
O yüzden, içten ve karşılıksız seviyordum seni.
Dedim ya, karşılıksız bir aşka ima etti mi ömrümü...
Çünkü, sevda bir gönül oyunu olmuştu basit yüreklerde.
Aşk, sıradan bir eğlence aracı, ayrılık da sosyal medya aleminin etiketinden öte geçmiyordu.
Güvendiğin ve inandığın o insan, yeni yaralar ve yarım kalışlar ekliyor sana.

Sonra ne mi oluyor?...
Aşkımız dillerde bir sakız, gözümüz yollarda yetim bir çocuk gibi, halimize acıyor akşam güneşi...

Murat İLERİ