Çocukken bile içimde bir eksiklik dolaşıyordu.
Adı yoktu...
Tarifi yoktu...
Sadece hissediliyordu.
Hayatım,oyuna çağrılmayan bir çocuğun kapı eşiğinde bekleyişi gibiydi.
Ne içeriye girebildim, ne dışarıya yaklaştım.
Arada kalmak,ilk yaramdı.
Kimliğim verilenlerden değil, esirgenenlerden örüldü.
Unutulan doğum günlerinden, sorulmayan sorulardan,
insanın yüzünü kesen o uzak bakışlardan…
Hepsi içimde görünmez bir duvar kurdu.
Yıllardır süren bir uğultu taşıyorum içimde.
Bir tarafı annesizliğe benziyor,
diğer tarafı susturulmuş bir çocuğun titrek nefesine.
Dünyaya yaklaşınca içimde bir gölge büyüyor,
geri adım atıyorum ister istemez.
“Ben de varım” dediğim an çöken sessizlik,
sanki üzerime geçirilen bir kimlik gibi sıkıyor beni.
Aitliğin kırıldığı yerde insan yalnızlığı tanıyor.
Kendine tutunamayanların başkasına tutunamayışının sebebi burada saklı.
Ben o noktada büyüdüm.
Garip bir Abdal misali...
Bir isimde sıkışan başka bir isim gibi yaşadım.
Bugün kendimi tanıtmak istemeyişim boşuna değil.
Anlatmak çoğu zaman anlaşılmamayla başlıyor.
İnsan bir yerden sonra susarak korunuyor.
Sessizliğin,varlığı saklayan bir örtüye dönüştüğünü geç öğrendim.
İçimdeki boşluğun adını kimse koyamadı.
O boşluğu bilmeyenlerin beni hangi kelimeyle seveceğini
hiç anlayamadım.
Belki de bazı hikâyeler açıklanmak için değil,
sessizlikte tamamlanmak için yazılıyor.