Bu şehir,aşkın adını hatırlamak ister gibi uyanıyor.

Geceyle sabah arasında sıkışmış bir nefes,yarım kalmış bir dokunuş kadar sıcak,bir ayrılık kadar ürkek…
Havanın içinde bile özlem kokusu var.

Sokaklar sabaha melankoliyle açılıyor.
Her adımda kaybolmuş bir kalp sesi,
her köşede yarım bırakılmış bir hikâye dolaşıyor.
Sanki herkes birine geç kalmış,
sanki herkes birine hâlâ kırgın.

Simitçinin sesi bile başka geliyor artık;
sanki bir kavuşmanın gecikmiş haberi gibi,
sanki uzak bir sevgilinin hatırası gibi dolaşıyor caddelerde.

Kaldırım taşlarında kurumuş kahve lekeleri…
Bir zamanlar birinin elini tutarken döktüğü,
gülümseyerek gizlediği o telaşın izi belki.
Bir çöp kutusu dibinde unutulmuş solgun bir çiçek duruyor;
belki bir barışma çabası,
belki söylenememiş bir “gitme”.

Hayat bazı duraklarda durmuyor Reis.
Bazı pencereler, içinde üşüyen kalpler yüzünden hiç ışık yakmıyor.
Bazı sokaklar da insanın içini anlatıyor:
suskun,
kırılgan,
birine seslenmek ister gibi yaralı.

Bu şehirde aşk,
bazen bir elin usulca diğerine yaklaşması,
bazen de o elin geri çekilmemesi kadar güçlü.
Bir bakış yetiyor bazen,
yıllardır susturulmuş bir kalbi yeniden konuşturmaya.

İnsan yürüyor sessizce ...
İçinde büyüyen sevdayı saklayarak,
bir karşılaşmaya dönüşeceğini bilmeden.
Sevmek burada bir direnişe benziyor;
yarasına rağmen atılan her adım,
mücadelenin en sessiz hâline dönüşüyor.

Şehir, aceleyle geçen omuzların arasında nefes alıyor.
Kimse uzun kalmıyor.
Herkes geçip gidiyor.

Geriye ne kalıyor biliyor musun?
Ayak sesleri değil…
Aşktan saklanan gözlerin sessiz sızısı.

Bazen insan konuşamadığı yerden seviyor.
Bazen sadece beklemek bile yürek ister.
Kelimeler değil Reis…
İçte kor gibi duran o sevda tutuyor insanı ayakta.

Şehir,aşkın adını fısıldamaya devam ediyor.
Sanki her sabah,
bir kavuşmanın ihtimaline inanıyormuş gibi.

Murat İLERİ