Devrek… Eskilerin “değerli taşlar diyarı” diye andığı bu kadim ilçe, bugün içten içe kanayan bir yara gibi.
Birbirine kol kanat germesi gereken insanların, birbirini adeta bir düşman gibi gördüğü yerin adıdır Devrek.
Eş dost biriktirmenin, gönül koymanın, omuz vermenin unutulduğu bir şehir.
Nefretin tohumu serpilmiş, hasetle sulanmış, kinle büyütülmüş topraklara döndü bu güzel memleket.
Devreklinin düşmanı Devrekli oldu.
“Ben iyi olayım da herkes kötü olsun” anlayışı, sokaklarına sinmiş bir zihniyet artık.
Sebepsiz kavgaların, anlamsız tartışmaların sürüp gittiği, dayanışma değil dedikodu üreten insanların çoğaldığı bir yer.
200 kilometre öteden bir siyasi görüşe namus gibi sarılıp, yanı başındaki hemşerisini yok sayanların kentidir burası.
Bencillikse, Devrek’te ödüllü bir branş.
“Benim çocuğum işe girsin, kardeşim memur olsun, yeğenlerim düzen kurabilsin; gerisi umurumda değil” anlayışı, neredeyse bir yaşam felsefesi halini aldı.
Oysa şehirler, birlikte yüklenince yükselir. Ama Devrek, birini yukarı çekerken diğerini aşağı itmeye alışmış sanki.
Zaman akıyor ama Devrek yerinde sayıyor.
Düne dair öğünemediğimiz kadar az değerimiz, bugüne dair anlatamadığımız kadar çok eksiğimiz var.
Bir yabancı, “Neden Devrek’e geleyim?” diye sorsa, ne yazık ki verecek bir cevabımız bile yok.
Felsefesini kaybetmiş,
Sosyolojisini yitirmiş,
İnancını yozlaştırmış,
Ortak aklını, ortak ayıplarını ve ortak değerlerini kaybetmiş bir şehirden söz ediyoruz.
Birlik duygusunun yerini ayrışma almış.
Kahramanını içinden çıkaramayan, hep başkalarının gölgesinde yaşayan, dışarıya mahkûm bir şehir…
Evet…
Burası bir açık cezaevi gibi.
Ama farkında olan az.
Canımız yanıyor, içimiz sızlıyor ama konuşamıyoruz.
İçimizde kocaman bir “neden böyle olduk?” sorusu duruyor, ama yüzleşemiyoruz.
Devrek’in yeniden toparlanması, yeniden ayağa kalkması için önce bu gerçekle yüzleşmesi gerek.
Yoksa sadece şehir değil, biz de içimizde yıkılırız.