Şehir, sabahını yarım kalmış bir roman gibi karşılıyor.

Çizgiler dağılmış, anlamı eksilmiş, sayfaları zamana teslim olmuş.
Kaldırımlar uyanmadan insanlar hızlanıyor.
Her adım,toplumsal koşunun görünmez bir emir gibi dayandığını fısıldıyor.

Sokak satıcısının sesi bile artık bir ritüele benziyor.
kentin belleği konuşuyor,kendisi çoktan silinmiş gibi.

Taşların üzerindeki izler,kent hafızasının kırık sayfalarını andırıyor.
Dökülmüş bir kahve lekesi, bir zamanlar anlatılmış bir yanlızlığı saklıyor.
Bir kenarda solmuş çiçek duruyor.
İnsanın birbirine dokunma ihtiyacının nasıl da hızla tükendiğini hatırlatıyor.
Toplum bazen en güçlü duyguları bile çöpün kenarına bırakıyor.

Bazı duraklar insan akışını kabul etmiyor.
Bazı pencereler karanlığını hiç bozmuyor.
İçlerinde birilerinin hayata, “Askıya Alınmış” yaşadığını hissettiriyor.
Her saklı sokak bir ruhu andırıyor.
Gölgeli,sessiz, kalabalığın ortasında kaybolmuş bir iç çığlık gibi.

Şehir,sürekli koşanların omzuna yüklenmiş bir düzenle ayakta duruyor.
Kimse durmaya cesaret edemiyor.
Duran her ne varsa görünmezleşir, görünmez kalan da toplumun dışına itilir sanılıyor.
Geriye ayak seslerinden çok,
içindeki ateşi söndürmüş insanların suskun bakışları kalıyor.

Aşk bile bu kentte toplumsal kalabalığın içinde sıkışmış bir kuş gibi.
Rüzgâr,gecikmiş bir özlemi taşıyor.
İnsanın unutmaya zorlandığı duyguların izlerini sürüyor.
Bir bakış,kalabalığın içinden fırlayıp bir hayatı baştan yazabiliyor.
Biri giderken diğeri direniyor.
Kalmak,çoğu zaman kalabalığa rağmen savaşmayı gerektiriyor.

Şehir büyüdükçe
insan kendi yalnızlığıyla daha keskin bir hesaplaşmaya giriyor.
Bu boşluk bazen bir sevdanın izi oluyor,
bazen toplumun içinde ağır ağır çöken yozlaşmanın karanlığı.
Hayatta kalmak, kalabalığa karışmadan kendi sesini kaybetmeden
yine de yürümenin adıdır burada.

Murat İLERİ