Zaman, her şeyi sessizce silip süpürmeye devam ediyor.
Dün dediğimiz ne varsa, bugün yalnızca bir gölge artık. Takvimler yaprak dökümünü gösteriyor.
Rüzgâr, sararmış anıları oradan oraya savuruyor. Sandıklardan çıkan eski resimler, bir çift sevda sözüne kanıp incinmiş kalplerin yorgunluğunu hatırlatıyor.
Şiirler bile, kapanmamış yaralara dokunmaktan çekiniyor sanki. Günler, keskin bir hançer ağzı gibi akıp giderken, bir zamanlar büyülü olan hikâyeler kendi bahçelerinde yavaşça kuruyor.
Aramızda bir asırlık zaman denizi olmasaydı, belki hâlâ dokunabilirdik o rüyalar ülkesindeki mavi kanatlı kuşlara. Belki adlarımızı masal ağaçlarının gövdelerine kazır, akşamüstleri ceylanlarla birlikte ırmaklara iner, rüzgâra çiçek kokuları karıştırırdık. Kentin kalabalık bulvarlarında bir dinginlik olur, yorgun meydanlardan ılık bir rüzgâr geçerdi. Camların buğusuna gülen çocukların gölgeleri düşer, sabahları sıcak ekmek kokusu sarardı sokakları.
Oysa şimdi, zamanın sarkacında salınıp duran haber bültenleri, eski güzel günlerin intiharını anlatıyor bize.
Soğuk rüzgârlar mevsim kapılarından içeri sızıyor.
Masal ağaçları çoktan kurumuş, şiirlerdeki isimler sahipsiz mezar taşlarına kazınmış. Evren, sanki yalnızca iki kişilik bir yalnızlığa sıkışmış durumda.
Tarih yazıcıları, bundan böyle yalnız ölümler çağını kaydedecek satırlarına. Birazdan, dalından düşecek son yaprakla birlikte, poyraz kalan bütün sesleri süpürüp götürecek buralardan.
Masal bitti, ağaç sustu biz hâlâ o eski cümlenin içinde kaldık.
Murat İLERİ