İnsanın içine çöken o tanımsız hâl, bazen gecenin suskunluğundan bile ağır gelir.
Bir duygu çıkar karşına; adı yoktur, rengi yoktur,yine de yüreğin en kuytu yerine yerleşip saatler boyunca kıpırdamadan durur. Sanki ruhun,kendi gölgesini bile sorgular o anlarda.
Bir baykuş görsem, gözlerine bakıp şöyle fısıldamak isterdim:
“Sen mi daha çok saklıyorsun hakikati, yoksa ben mi? ”
Doğanın sessizliğinde bile bir bilgelik vardır.İnsan ise sessizliğin içinden bile acı taşır. Söylediği sözden çok,sakındığı nefes anlatır gerçek hikâyeyi.
Her insanın içinde zamana gömülmüş anılar dolaşır. Dışarıdan bakınca sıradan bir gülümseme görünür ama o gülümsemenin arkasında kaç gece boyunca uyumamış bir kalbin izleri vardır.Kiminin gözlerinde sönmüş bir ateşin dumanı, kiminin sesinde yarım bırakılmış bir adımın titreyişi duyulur.
Aşk,insanın içini hem onarır hem yeniden yaralar.
Bir dokunuş bir ömrü rahatlatır,bir susuş koca bir yolu karartabilir.
Yine de insan sevmekten vazgeçmez;içindeki sızıya rağmen bir adım daha atar. Çünkü sevgi,ruhun en yorgun anlarında bile elinden tutar.
Özlem,gecenin içinden düşen ince bir yağmur gibidir. Dışarıdan bakınca kimse anlamaz ama damlaların düştüğü yer hep aynı yerdir; insanın içinin tam ortası.
Bir hatıra gelir aklına, bir ses uyanır,bir anı kendini hatırlatır.
Ne uzaklık bu sesi susturabilir ne zaman bu izi silebilir.
Hayatın kenarına oturup insanları izlediğimde şunu hissediyorum:
Herkes bir şey saklıyor.
Herkes bir şey bekliyor.
Herkes bir şeyden kaçıyor.
Yine de herkes bir şeye umut ediyor.
İşte insanın mucizesi tam da burada duruyor:
Yorulduğunda bile tutunacak bir ışık araması.
Yandıktan sonra bile yeniden sevmeyi göze alması.
Düştüğü yerden daha güçlü bir hâlde kalkmayı bilmesi.
İçimizdeki bütün sessizliklere rağmen,insan ruhu daima bir çıkış yolu arıyor;belki bir bakışta,belki bir sözcükte, ibelki de ansızın doğan bir umut kıpırtısında.
Murat İLERİ