Ortaokul yıllarımda, okuduğumuz okulun hemen bitişiğine Lise inşaatı başlamıştı. Her sabah okula girerken ve eve giderken o inşaatın önünden geçiyorduk.
Bir gün okul müdürümüz Reşat Bilgin (merhum) derste: “Çocuklar, hemen okulumuzun bitişiğinde bir inşaat yapılıyor. Oraya ne yapılıyor?” dedi.
Hep bir ağızdan “Lise” cevabını verdik.
Ardından, haftanın beş günü sabah ve akşam önünden geçtiğiniz inşaatın temelinde kaç kişi çalışıyor? Dedi.
Sınıfta herkes birbirine bakıp, üç diyen oldu, beş diyen oldu daha fazla olduğunu düşünüp on beş diyen oldu.
Sadece bir arkadaşımız “yedi çalışan var Öğretmenim. Bir ustabaşı, üç demirci, üç de kalıpçı”. Diye cevap verdi.
Ancak o çocuğun babasının da o inşaatta çalıştığı ortaya çıktı.
Reşat bey: Doğru 7 çalışan var. Ve her sabah siz onların önünden geçip okula giriyorsunuz. Siz okuldan çıktığınızda onlar yine orada çalışıyor. O çalışanlara selam verip kolay gelsin demiş olsaydınız hepiniz orada ki çalışanların kaç kişi olduğunu bilirdiniz.
Ve devam etti:
Çocuklar; yolda yürürken burnunuzun doğrusuna gitmeyiniz. Etrafınıza bakınız, araştırmacı olunuz. Yolda yürürken büyüklerinize selam veriniz, çalışanlara kolay gelsin deyiniz. Yolda gördüğünüz birisinin ayağına dolaşacak bir taşı, çalıyı kaldırıp kenara konunuz. Çevreniz her gün değişiyor. Bu değişimi izleyiniz. Çevrenizi izlerseniz, gözlemlerseniz, onu tanıma şansınız olur demişti. (mekanı Cennet olsun).
Turizm de çalıştığım dönemde hatıramda kalan bir eğitim seminerinden bahsedeceğim.
Eğitimi verecek kişi öncelikle kendisini tanıttı. Ne zaman, nerede doğduğunu, anne babasını, kardeşlerini, okuduğu okulları, kısa kısa anlattı.
Bizde sırayla kendimizi tanıtacağımızı düşünürken o direk konuya girdi ve eğitime katılanları karma olarak ikişerli guruplara ayırdı. Salonda olan herkese hitaben “bu iş yerinde ne kadar zamandır çalışıyorsunuz?” dedi.
Üç yıl, beş yıl, on yıl cevapları çıktı. Salonda olanların içinde en kısa çalışanımız bir yıldır burada çalışıyordu.
Sonra eğitime katılanları ikişerli eşleştirdi ve “Herkes yanında ki arkadaşını ne kadar tanıdığını yazsın” dedi.
Nereli, kaç yaşında, evli, bekar, kaç kardeş, evliyse çocukları Anne, Baba, ev durumu, nelerden hoşlanır vb. sorularla herkes eş olduğu arkadaşını ne kadar tanıdığını yazacak.
Ortalama sekiz saat bir arada durduğunuz iş arkadaşını ne acıdır ki tanıyan çıkmadı. Adı, görevi, nereli olduğu dışında kimse kimseyi tanımıyordu.
Eğitimci: “O halde tanışın” diyerek mola ya kadar birbirimizle sohbet ettirdi.
Şimdi bu hatıraları neden yazdım.
Günümüzde o kadar çok değişim oluyor ki takip etmek gerçekten zor. Hele birde teknoloji kişileri esir almışken bırakınız çevrenizde ne olup bittiğinden evinizde ne olup bittiğini farkında olamıyorsunuz. Teknolojiyi birbirinizden uzaklaşmak için değil, daha çok tanımak için kullanmak sanırım daha önemli.
Küçük mahallelerde, beldelerde herkes birbirini az çok tanıyordur. Ancak nüfusu yoğun ilçelerde, sürekli kiracısı değişen sitelerde, dairelerde kişilerin birbirini tanıması pek mümkün olmaz. Fakat bu tarz yerleşim yerlerinde bile çevresini dikkatli izleyen, analiz eden, yeni gelenlerle tanışan, sohbet eden bir meraklı kitle de her zaman vardır.
Zaman zaman internet haber kanallarında karşımıza çıkar. Metruk bir evde, engelli çocuklarıyla yaşayan, evinde çorba pişirecek bir tek yakını olmayan yaşlılar, hastalanıp bir hafta ortada görünmeyen komşu..
Bu tür hadiseleri internetten izlediğimizde, haberlerde gördüğümüzde “orada muhtarda mı yok, komşuları hiç mi görmemiş vs.” Diye tepki verdiğimiz olur.
Peki ya kendi çevremizde yok mu bu durumda olup da görmediğimiz, ya da kaçımız sıradışı olup duyarlı davranıyoruz?