Elini kalbine götürüp “İşte burası var ya, taşa toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer” demişti.
Bu söz,gönül insanı olmanın en yalın ifadesiydi.Bozkırın Tezenesi,büyük üstat,Abdal geleneğinin son temsilcisi Neşet Ertaş bundan tam Onüç yıl önce bu dünyadan göçtü.
Belki kavuşamadı Leyla’sına ama geride zamana meydan okuyan türküler bıraktı.
Her bir bozlağı, Anadolu insanının acısını,sevincini, sevdasını dile getirdi.Bir garip Abdal geçti bu dünyadan…
Gönülleri fethetti de öyle geçti.
Sevdiği kadın yüzünden babası Muharrem Ertaş’a küs gitti,ama son isteği yine onun ayak ucuna gömülmekti.
Zaten,öyle de oldu. Çünkü baba-oğul arasındaki kırgınlık, sazın ve sevdanın diliyle birleşti.
Neşet Ertaşlar kolay yetişmiyor bu dünyada.
Gönülden sevenin, sevdiği için yanmayı bilenin sevdaları artık yaşanmıyor.
Onun Türkülerini dinlemek demek, sadece müzik dinlemek değildir. Onu anlamak;hayatı, aşkı,sevgiyi onun sazının tellerinden görmek demektir. Gerçek bir âşık,onun gönül yolculuğunda hayat bulabilir.
“Bana öldü demeyin, yoruldu gitti deyin” demişti.Dünya, onu ve yaşadıkları onu zaten yormuştu.
Bu yüzden en sadık dostu sazıydı.Elinde mızrabıyla her dokunuşunda aşk diye vurdu sazının bam teline.
Kırşehir’de başlayan yolculuğu, Almanya’da devam etti.
Oradan tüm dünyaya yayıldı.
Göçebe bir hayatın yorgunluğunu taşıdı yüreğinde ama yine de türkülerinden asla vazgeçmedi.
Bugün gerçek anlamda gönül insanları,şairler, sanatçılar,söz yazarları maalesef yetişmiyor.
Düşünün ki,Neşet Ertaş gibi bir üstat, bir daha yeryüzüne gelir mi?
İşte orasını bilemem…
Bu vesileyle,büyük usta Abdal Neşet Ertaş’ı saygı,sevgi ve rahmetle yad ediyorum.
Murat İLERİ