Şehrin gecesi, insanın iç dünyası gibidir. Dışarıdan ışıl ışıl görünür ama içine girince karanlığın tonlarıyla yüzleşirsin.

Yine böyle bir geceydi.Renkli tabelaların altından geçerken,ışıkların büyüsüne değil, gölgelerin sessizliğine takıldı gözüm.
Her köşede bir hikâye vardı.
Kaldırım kenarında bekleyen kadınlar, hızlı adımlarla geçen erkekler,yüzlerine yapışmış yorgun gülümsemeler... Herkes bir şeyin peşindeydi,ama kimse gerçekten ne aradığını bilmiyordu.

Bir kafeteryaya girdim.Tabelasının yarısı yanmıyordu, önünde yaşlı bir kadın oturuyordu. Belki bir zamanlar o da sahnedeydi,kim bilir?
İçerisi loştu,hava ağırdı.
Genelde böylesi yerlerde neşeli şarkılar çalardı.
Ama o gece sahnede bir kadın hüzünlü şarkı söylüyordu.
Sesi kırık,kalbi yorgundu.
Şarkı,kaybolan umutların, unutulmak istenen anıların yankısı gibiydi.

Bir köşeye oturup kahvemi söyledim. Masalarda yapay kahkahalar uçuşuyordu,bardak ve fincan sesleri sahte mutluluklara eşlik ediyordu.
Üniversite öğrencisi genç bayanlar,müşterilerin arasında dolaşıyor, her biri hayatın kenarında,kendi varlığını kanıtlama çabasındaydı.
Böylesi ortamlarda her söz biraz yalan, biraz gerçek taşır.
Belki de hayatın kendisi de öyledir.

Düşündüm: Platon’un idealar dünyasında bu mekânın bir karşılığı olabilir miydi?
Belki de burada gördüğümüz her şey, o “asıl” dünyanın gölgesiydi sadece. İnsanlar,kendi gölgeleriyle konuşuyor,kendi yalanlarına sığınıyordu.
Sartre haklıydı belki de..
insan özgür olmaya mahkûmdu,ama çoğu bu özgürlükten kaçıyordu.
En kolay yol,bir rüyanın içinde kaybolmaktı belki de.

O an fark ettim ki,
hepimiz aynı kafeteryadayız aslında.
Kimimiz gerçekten içeride,kimimiz dışarıda.
Kimimiz şarkıyı söylüyoruz,kimimiz dinliyoruz.
Ama hepimiz,bu hayatın ışıltılı tabelalarının altında, karanlığımızı gizlemeye çalışıyoruz.

Nihayet gece,her zamanki gibi sessizce felsefesini fısıldıyordu.
Hiçbir ışık,insanın içindeki karanlığı tamamen aydınlatamaz.
İnsan ancak özüne döndüğünde,iman değerleri içerisinde huzura ve aydınlığa kavuşabilir.

Murat İLERİ