Bazen insan, sebebini bilmediği bir hüzne kapılır. Gözler dolar,boğaz düğümlenir ama nedenini anlatamaz. İşte ben de,böyle zamanlarda anneme olan özlemin ne kadar derin olduğunu fark ediyorum.

Annem bu dünyadan göç edeli,içimdeki boşluk hiç dolmadı. Sol yanımda bir sızı var.Yıllar geçse de dinmeyecek.
Oysa, dualarımda bile hep ondan önce ölmeyi dilemiştim. Şimdi ise,onun yokluğunda, yüreğimin nasıl üşüdüğünü anlatacak kelime bulamıyorum.

Hayatın bana öğrettikleriyle annemin öğütleri sık sık kesişiyor. “Herkese güvenme, çok da inanma… Seviyorsan sev ama ölçüsünü bil,” derdi. O günlerde,sadece bir nasihat gibi gelen bu sözler,bugün hayatın gerçeği olarak karşıma çıkıyor.

Bir de Türküler … Neşet Ertaş’ı dinlemeyi ondan öğrenmiştim. “Bozlağın efendisidir,” derdi. Şimdi, ben de kırık dökük yanlarımı onun Türkülerinde onarmaya çalışıyorum.
Çünkü aşkın yükü, hayatın derdi ağır geldiğinde insan kendini bir Türküye,bir şiire bırakıyor.

Eylül yağmurları başladığında özlem daha da büyüyor içimde.
Yağmurun sesi,bana annemin sesini hatırlatıyor. Merhametini, sevgisini, yokluğunu…
İster istemez soruyorum kendi kendime...
Dualarında bana da yer ayırmış mıydı acaba?...

Her anne bir Melek olmayabilir, ama çoğu anne,yüreğinde tarifsiz bir sevgi ve merhamet taşır. Benim annem de öyleydi.
Bugün,hangi şehirde, hangi sokakta olursak olalım, kaybettiğimiz annelerimizin öğütleri,duaları ve sevgisi hâlâ içimizde yaşıyor.

Sevdiğiniz hayattayken kıymetini bilin. Çünkü,bir gün o özlem,hiç bitmeyen ve sonu olmayan bir yola dönüşüyor.