Şimdi burda anlatmak istediğim şu: Necdet Tıskaoğlu’nun başını çektiği fuar, kim ne derse desin, bölge için önemli bir adımdı. Katılım az mıydı? Evet. Eksikler yok muydu? Elbette vardı. Ama kusura bakmayın, elini taşın altına koyan bir tek Necdet bey oldu. Peki diğerleri? Sadece seyirci koltuğunda…

Bugün bazıları çıkıp, “fuardan ne olur ki, bu işten siyaset devşirmek istiyor” diyor. Hadi dürüst olalım: Bir kişi milletvekili olmak için bu kadar yükün altına girer mi? Gecesini gündüzüne katar mı? Maddi kaybı, stresi, uykusuzluğu göze alır mı? Pier yapmak istese, bin tane kolay yol bulur. Bu işin yolu fuardan geçmez, herkes bunu bilir.
Şimdi şöyle diyeyim: Zonguldak’ın milletvekillerine bakın. Kaçı bir taş üstüne taş koyarak geldi? Kaçı gerçekten bir eser bıraktı? Kaçı tırnaklarıyla kazıya kazıya bu noktaya ulaştı? Çoğu, partinin rüzgârına kapılıp listeye giren isimler. Reis’e yakın olanın önü açıldı, parası olanın yolu döşendi. Peki soruyorum: Bir fuar mı yaptılar, bir çivi mi çaktılar?
Necdet bey eksik mi? Elbette var. Ama en azından taşın altına elini koyuyor. “Ben bu bölge sanayiyle anılsın, Zonguldak enerjinin başkenti olsun” diyor. Hani diyorlar ya “fuar boştu”… Belki boştu ama boş fuarda bile en çok konuşulan isim yine Necdet Tıskaoğlu’ydu. Bazen işte bu bile bir başarıdır.
Bakın, bu yazıyı okuyan herkese soruyorum: Hiç 300 kişinin maaşını, sigortasını ödediniz mi? Hiç 3.000 kişinin ekmeğine, rızkına kefil oldunuz mu? Necdet bey bugün bu sorumluluğu taşıyor. Bu yükü sırtında taşımak kolay mı? Kolay olan, köşe başında oturup dedikodu yapmak. Zor olan, işin içine girip taş taş üstüne koymak.
Kaldı ki, fuarda bölgenin star firmaları yoktu. Çanakcılar yok, radyatörcü yok, Doxa yok… Onlar yokken bile bir şeyler yapılmaya çalışıldı. Bu çaba görmezden gelinmemeli. Bugün Necdet Tıskaoğlu’na sahip çıkmazsak, yarın bu bölgede elini taşın altına koyacak başka kimse kalmayacak. O gider, bir başkası gelir… Döngü devam eder ama kaybeden biz oluruz, siz olursunuz.
Şimdi burda anlatmak istediğim şu: Bu mesele fuarın kalabalığı değil, verilen emeğin değerini bilmek. Eğer biz kendi evladımıza, Zonguldak’ın tozunu yutmuş bir insana sahip çıkmazsak, kim sahip çıkacak? Necdet Tıskaoğlu’nun eksiklerini saymak kolay, ama yaptığı işlerin hakkını vermek zorundayız.

Bir Gün O Kapıya Geleceksin”
Hayat bazen insana öyle dersler veriyor ki, ne kadar direnirsen diren, sonunda o dersin kapısına gelip dayanıyorsun.
Yıllar önce göz doktoru bir arkadaşım bana, “Kırk yaştan sonra gözler yavaş yavaş görmez olur” demişti. İlk tepkim, “Yok canım, herkes görüyor, bende sorun olmaz” olmuştu.
Sonra yine bir gün, gözlerimin her şeyi fazla parlak gördüğünden bahsettim. Doktor arkadaşım, “Bak bir gün benim kapıma geleceksin” dedi. O gün çok emin bir şekilde “Asla!” dedim.
Aradan iki yıl geçti. Küçük yazıları okumakta zorlanmaya başladım. Direndim, dik durdum, son ana kadar çırpındım. Ama işte sonunda o gün geldi. Randevumu alıp doktor arkadaşımın kapısında beklerken buldum kendimi.
Muayene bitti, gözlük yazıldı: 1.025. “Çok kötü değil ama kullanmanda fayda var” dedi. İşte orada anladım: İnsan ne kadar inat etse de hayatın dengesi seni doğru kapıya getiriyor. Asıl mesele, o kapıya nasıl geldiğin.
Gözlüğü almak için Bora Optik’e gittim. Vallahi kendimi NASA’da sandım. Hastanede yapılmayan tetkikleri yaptılar. Bir sürü cihaz, bir sürü ölçüm… Sonunda bana en uygun gözlüğü seçtirdiler.
Burada özellikle Hüseyin hocamızın oğlu Bora’yı tebrik etmek istiyorum. Gerçekten işinin ehli olmuş. Aynı şekilde Hüseyin hocamı da… Çünkü böyle evlatlar yetiştirmek kolay değil. Ve unutmayalım, evlatları asıl yetiştiren annelerdir; takdir onlara da gidiyor.
Hayattan aldığım ders şu: “Bir gün o kapıya mutlaka geleceksin. Önemli olan, nasıl geleceğin.”


NERĞİZ HANIM AAAAAAAA
Şimdi burda anlatmak istediğim şu: Bizim Nergiz Hanım’la ne şahsi meselemiz var, ne ailesiyle işimiz olur. Ama siyaset sahnesine çıkan herkes, ister istemez dedikodunun da merkezine düşer. Sonuçda siz temsil makamındasınız, size siyasi bir makam verilmişse, sizin basına karşıda bir göreviniz var , Hele Devrek gibi küçük bir yerdeyseniz, her fısıltı kahveye, pazara, çarşıya yayılır yada bizim muhbir ordusu çalışmalarını bizimle paylaşır ve değerlendirme yapılır.
Biliyor musunuz, parti içinde Nergiz Hanım’ın adı en çok hangi konuda geçiyor? “Koltuk korkusu.”
Funda Hanım’ın gelişiyle koltuğunu kaybedecek korkusu yaşadığı konuşuluyor. Öyle ki, partiye çağrılan ve emek veren bu değeri bile bir rakip gibi görmüş.Sonradan öğrendim Funda hanım partiye katılması için kapısına 10 defa gidilmiş işte bu kadar asaletli bir hanım ablamız, Funda ablamı takdir ediyorum bizim muhbirler çalışırken funda hanım hakkında hep başarı ve azimle yan yana andılar, Funda hanım ablamızın tek eksiği herkeze istemeyerekde olsa ‘yardımcı olmak adına verdiği Sözler’ sanırım yoksa Funda hanım şu an gördüğümüz kadarıyla akPArti KAdın kolların ana krişini oluşturuyor buna bazen kilit taşı diyoruz o kadar önemli yanı sonradan ögrendiğimden dolayı bende şahsen şaşırdım tebrikler.
Bir başka dedikodu: Hülya Hanım’dan boşalan yeri dolduracak denildiğinde “Fatma olsun” teklifine, “boş ağızlı”’Herkeze konuşur’ demiş. “Duygu Hanım olsun” dediklerinde “Beklentileri karşılayamaz” diye arkasından konuşmuş.Hülya hanım 20 yıllık dostun yerine doldurmak için bu kadar hıza gerek yok, tabi bakmış kimin sesi soluğu cıkmaz emir komuta dışına cıkmaz onu Siyasi işler B. yapmış, nede olsa az beklentili bir kişi, imkanlar dahilinde katılır, ama kamuda olması birazcık sıkıntı ama olsun aşılır büyük sorun değil işçi ise sorun yok.işçi siyaset yapabilir.
Hani derler ya, “kadının kadına yaptığı eziyeti kimse yapmaz” işte tam da öyle bir tablo!
Oysa şahsen Fatma hanımıda takdir ederim başarılı olabilecek kalipresi olan değerli bir ailenin mensubu kardeşi okul arkadaşım oldugundan bildiğim bir aile. Duygu hanım’da benim Devrekde gördüğüm ğüçlü bir bayan azimli, hayatı tanımış hem esnaflık yapmış hem annelik yapmış hayatın bütün engellerini bire bir aşmış bir insan şahsen tanıdıgım Devrekde saygın ailelerden biridir kişilere görev vermeden bunları tartmak çok garip, Görev vermemenin neden koltuk gider benim önüme geçerler korkusu oldugu ğerçeği ortada.
Ama en çok konuşulan mesele şu: Devrekli bayanları Ankara’ya götürmemesi. Maddi imkan da var, genel merkez kapısı da açık. İstese bir otobüs dolusu kadın götürür. Ama kasıtlı olarak engelliyor. Neden? Çünkü Devrekli kadınların Ankara’da ses getirmesini istemiyor.
Şimdi şöyle diyeyim, kusura bakmayın ama: Bu şehirde herkesin kulağı deliktir. Kimin arkasından ne dediğin, gün gelir sana geri döner. Bugün “yetersiz” dediğin kadın, yarın senin önüne geçer, alkışı da o alır.
Bir otur, bir düşün: Siyaset, duruş ister. Duruşu olmayana halk güvenmez. Dedikodu ile siyaset yürümez. Hele hele dostlarını bir kalemde silmekle hiç yürümez.Oysa Kişisel kimliğin olmasa hiçbir siyasi kalibren yok,siyaset farklı bir eğitim türü, öyleki normal şartlarda siyasette gelebilecek en üst mevkiye geldiğinin farkına varmış olmalısınız koltugu bırakmıyorsunuz bırakmadıgınız gibi bir de kalkmıyorsunuz, bazen düşünüyoruz neden ? Her zaman diyorum tüm hanım abla ve kardeşlerime söylüyorum sakın ola siyasi gelecek Adına eşinizi, ailenizi, yakın dostlarını yolda bırakmayın, unutmayın tüm siyaset bitecek yine aynı kişiler ile kalacaksınız, Anap dönemini bilen bilir ve gelinen nokta Anap il başkanlıgı yok. DSP biliyorsunuz ve gelinen noktada kimse il ilçe başkanını tanımaz, herşey bir gün biter ama Eşiniz, cocuklarınız, yakın dostlarınız hep birlikte kalırsınız ondan, yukarıda hiç tanımadıgınız kişiler için dostlarınızı satmayın.