Hepimizin bir öncelik listesi var; iş mi, sağlık mı, yoksa çocuk mu önce gelir, kimi zaman zor karar verdiriyor.

Aile, kariyer, kendini geliştirme, değişim arayışı, eğitim, arkadaşlık, evlilik, dinlenme… Her konu, bir yerimizde duran ağırbaşlı bir gündem maddesi gibi hayatımızda öne veya arkaya konuyor. Şaka bir yana, hayatta dengeleri sağlamak ciddiyet ister; bazen bir maddeden ödün versek bile öbüründen fedakârlık etmek zorundayız.

Aynı şekilde kurumların da bir düzene, yani öncelik sırasına ihtiyacı var. Mesela hastaneye acil servise girdiğinizde “ben daha önce buradayım” kavgası olmaz: Küçük çocuklar ve yaşlılar ilk sırada bekler; şehit yakınları, gaziler de hemen içeri alınır. Yoksa herkes “benim işim daha acil” diye çatışsa, doktor bile şaşkınlık içinde kalabilir. Acil durumda seri üretim yok belki, ama 4 yıldızlı otel konforu da beklenmez! Demek istediğim, hastanede kimin öncelikli olduğu bellidir; orada işler belli bir düzen içinde ilerler.

Belediyelerin de asli görevleri bellidir. Şehrin imarı, suyu, kanalizasyonu, çevre sağlığı, temizlik, zabıta, itfaiye, trafik… Bir çırpıda sayabileceğimiz bu temel hizmetler, belediyenin görev tanımının bel kemiğini oluşturur. Yani belediye suyu musluğa akıtmak, yolları sağlam tutmak, sokakları temiz tutmakla sorumludur. Sonra tabii sosyal hizmetler, spor tesisleri, kültür etkinlikleri gibi ek işler gelir; ancak önce şehir yaşanabilir olmalı, sokağa çıkınca her yer çöp dağını andırmamalı.

Elbette belediyenin kasası sınırsız değil; bu yüzden en acil hizmetlere öncelik verilir. Örneğin altyapıya, suya, trafik düzenlemelerine bütçe ayırması gerekirken, lüks bir park projesi araya sıkışmaz. İtfaiye timleri yangına zamanında yetişmeli; yaşlı ve engelli vatandaşların ihtiyaçları bir devlet kapısı gibi karşılanmalı. Mesela belediyeler engelliler için rampalar, ücretsiz ulaşım kartları, dar gelirliler için su faturalarında indirim gibi kolaylıklar sağlar. Kısacası belediye var gücüyle önce gerçekten ihtiyacı olana öncelik tanır.

Tüm bunları yaparken vatandaşa ne gittiği açık olmalı: Şu mahallede neden hâlâ çukur var, neden yatırımlar aksadı, paramızın hesabı tutuluyor mu gibi soruları sormak en doğal hakkımız. Biz her kuruş vergimizi veren halkız; bu yüzden belediyenin faaliyetlerini takip edip “Her şey yolunda mı?” diye sorgulamak görevimizdir.

Vatandaş da bu zinciri sorgulamalı. “Neden şu sokağımız hâlâ çamur içinde?”, “Park projesine harcanan bütçe nereden çıktı?” diye sormalı. Çünkü vergimizin hesabı bizde; belediyeden giden her kuruşun hesabını sormak hem hakkımız hem de sorumluluğumuz.

Seçim zamanı gelince işler daha da duygusal hâl alıyor. CHP’li Çetin Bozkurt, Devrek’te “her şeye rağmen” diyerek eski terminalin yanına mescit inşa etti, üst geçit asansörünü onardı, yeni bir seyir terası açtı, Egemenlik Parkı’nda düzenleme yaptı—yapmasına yaptı ama seçimi kazanamadı. Çünkü projeler iyi anlatılsa da gönüllere dokunmak başka bir marifetmiş.

Ben de kendi hayatımda bir prensip geliştirdim: Babam avukat olsa, aday olsa oy vermem. Neden mi? Çünkü mesleğini icra edenle siyasi vaat arasında büyük fiyat farkı olmamalı. Kapalı depomuza bir elektrik abonesi çıkıp faturayı ödemeyince, elektrik şirketi icra takibi başlattı. Borcu bilmiyorduk; epey zaman sonra gelen ihtar, ana borcun katbekat üzerinde avukat masrafları ve faizlerle gelince “Bu zulüm!” dedim. Avukat bey ise “Bu mesleğin kuralı” dedi; o gün ben “eziyet” dedim. O avukat şimdi “Devrek’i kurtaracağım” diyecekse ben mi sandığa koşacağım? Canımı yaktıysa başkasının da canı yanmasın diyorum.

Belediyecilik demek; disiplinli bir yönetim, net bir emir-komuta zinciri demek. Ama unutmamak lazım ki çalıştığınız kadrolar çocukları, aileleri, duyguları, adetleri, edepleri olan insanlar. Onları incitmeden, kimseyi ezmeden, hakkını vererek yönetmek en büyük erdemdir. Çünkü gerçek hizmet, teknik projelerden önce gönül inşa etmektir.

Gelelim seçimlere: Belediye başkanı seçimlerinde duygusallığın ve ikili ilişkilerin etkisi büyüktür. Sandıkta aklın değerlendirmeleri bir kenara bırakılır; kime selam verdiğimiz, kimin akrabası olduğumuz bunlar bazen projelerden daha ağır basar. Yaptığı projeleri iyi anlatmak değil, insanlara dokunmak öncelik haline gelir. Seçim zamanında teknik projelerden çok, gönüllü projeler yarışır desek yeridir.

Mesela Devrek’ten bir örnek akla geliyor: CHP’li aday Çetin Bozkurt, “Her şeye rağmen” diyerek yola çıktı. Görevdeyken eski terminalin yanına mescit inşa etti, üst geçit asansörlerini onardı, yeni bir seyir terası açtı, Egemenlik Parkı’nda düzenleme yaptı. Özetle iş yaptı ama seçimi kazanamadı. Bunun nedeni işlerin eksikliği değildi; ne yazık ki seçmenin gönlüne girememekti. Bozkurt’un “Seçime bir yıl kala çalışırız, yine seçiliriz” anlayışı da halkta karşılık bulmadı.

Görüldüğü gibi, hayatın her alanında önceliklerimiz var; seçimde de önceliği biz belirleriz. Aklımızı da gönlümüzü de kullanırsak, eninde sonunda kazanan köprü inşa eden değil, gönül inşa eden olacaktır.