Hiç düşünüyor muyuz gerçekten neden ihtiyaç sahipleri var? İnsanlar yardım ederek kendini tatmin ediyor, eline paket alıp dağıtınca içi rahatlıyor. Oysa mesele bu değil.
Asıl mesele, yardıma muhtaç olmayan bir toplum inşa etmek. Yardım kültürüyle övünmek yerine ihtiyaçsız bir düzen kurmak gerekmez mi? Ama biz öyle yapmıyoruz. Mağduriyet üretiyoruz, sonra da yardımseverlik yarışına giriyoruz. Ve bu kısır döngüden bir türlü çıkamıyoruz.
Devrek’te başarıdan söz ediliyor ama başarı nedir? Bir ayda 700 kişi göç etti bu şehirden. Peki, bu tabloya bakıp kimse kendi kendine sormuyor mu: “Bizim başarımız ne?” İnsanların doğduğu, büyüdüğü toprakları terk etmesine yol açan bir düzeni başarı diye sunmak aymazlıktır. Göç veren bir şehirde başarıdan bahsetmek, insan aklıyla alay etmektir.
Burada bir başka mesele daha var: Korku kültürü. Çetin Bozkurt ile başlayan, Özcan Bey’le devam eden bir baskı iklimi… Personelin sırtında dolaşan işten atılma korkusu, “sus yoksa kapı dışarı” tehdidi. İnsanların eleştiremeyeceği, düşüncesini söyleyemeyeceği bir düzen kurdular. Neden? Çünkü korku ile yönetmek kolay. Ama kusura bakmayın, Mühür bugün sizde mührün makamı personeli sindirme makamı değildir. Personel üzerinde tahakküm kurmak neyin kolaycılığıdır?
Son 22 yılda Devrek’in bir adım ileri gidememesi de işte bu zihniyetin sonucudur. Çevremizdeki Çaydeğirmeni, Çaycuma, Ereğli büyürken, Devrek aynı yerinde saydı. Hatta daha da geri düştü. Üstelik bu belediyeler hükümetin temsilcisi değildi ama yine de iş yaptılar. Devrek ise yıllarca hükümet gücünü arkasına aldı, buna rağmen bir çivi çakılmadı. İşin daha acı tarafı, hizmet yapmadan bir sonraki seçimde yeniden zirveye çıkabilen oldu.
O zaman sormak gerekiyor: Biz neye göre değerlendirdik? Hangi başarıya bakıp oy verdik? Dost meclislerinde sık sık duyuyorum, “Keşke zamanında Hacı Mehmet desteklenseydi” diyenler çoğalıyor. Bazıları, “Ben zaten oyumu ona verdim ama keşke çıksaydı, en azından bir şeyler yapmak için uğraşırdı” diyor. Ama biz yıllarca aynı kişileri deneme yanılmayla seçtik, sonuç ortada: Devrek kaybetti.
Bugün geldiğimiz noktada Devrek hasta adam gibi. Yürüyemeyen, ayağa kalkamayan bir şehir… Sanki üstüne bir beddua çökmüş. Cam ağaçlarının içinden “Geliyorum, hazırlanıyorum” diye sesler yükseliyor ama kimsenin getirdiği çözüm ortada yok. Herkes kendi kafasında proje kurguluyor, ama Devrek bir türlü ayağa kalkmıyor.
Ya bu şehir gerçekten ağır bir beddua aldı ya da lanetlendi. Başka bir açıklaması var mı bilmiyorum ama bir gerçek var: Devrek, yıllardır kendi potansiyelini kendi elleriyle heba ediyor.
Devrek’te halkın siyaset anlayışına bakınca içim hiç rahat etmiyor. Çünkü burada değerlendirme ölçütü ne eğitim, ne başarı, ne de kalite. Çoğu zaman tek ölçü menfaat. Kim olursa olsun, insanların önemli bir kısmı siyasilerle kurduğu ilişkiyi kişisel çıkar üzerine kuruyor. Yani mesele Devrek’in geleceği değil, “benim işim olsun, benim tayinim çıksın, bana özel ilgi gösterilsin” anlayışı.
Bugün siyasileri dinlediğinizde bunu net görüyorsunuz. Vatandaşın talepleri çoğu zaman özel ayrıcalıklarla dolu. Masa başı iş isteyen var, yükselmek isteyen var, tayin isteyen var, kızının oğlunun geleceği için özel destek isteyen var. Hatta işte olan bile “benim pozisyonum yükselsin” diye uğraşıyor. Siyasetçinin çevresi işte bu yüzden kalabalık. Çoğu kişi sevgiden değil, kişisel çıkar hesabından o çevrede bulunuyor. Ama siyasetçi kendini çok sevildi sanıyor. Halbuki sevilen, şahıs değil; dağıtılan menfaat.
Elbette bu tablo sadece vatandaşa yüklenerek açıklanamaz. Siyasilerin de buna gönüllü olduklarını görmek lazım. Vatandaşın yapamayacağı isteklerine bile “hallederiz” diyerek karşılık veriyorlar. Yapamayacağı halde “yaparız” demek, aslında zihniyetin özetidir. Çünkü gerçekçi bir yönetim anlayışı değil, günü kurtarma üzerine kurulmuş bir düzen var.
.............
Bazen soruyorlar: “Filan ne yaptı, falan neden yazmıyorsun?”
Yanıt basit: Çünkü Devrek’in ayıplarını ifşa etmek, bu kente fayda sağlamaz. Farkında olduğumuz, bildiğimiz, elimizde duran onlarca bilgi var. Hepsi arşivimizde yerini koruyor. Merak etmeyin, hiçbir şey unutulmuyor.
Baldızına iş atmaya çalışanlardan dönen kumar masalarına, gizli kumarhanelerden yasak aşklara kadar... Sevgilisi varken başka adamlarla yatıp kalkanlardan, o yasak ilişkileri bastırmak için tuhaf davranışlara girenlere kadar... Eşini sevgilisine dövdürenlerden, eğitimci ile veli arasındaki saklı birlikteliklere, kapısına dayanan sarhoşlardan hastanelik edilen kadınlara kadar geniş bir dosya elimizde mevcut.
Bitmedi. Zimmetine para geçirenlerden, kaçma planı yapanlara, kocasını takip ettirmek için özel hizmet tutan kadınlardan, kendi hatalarıyla bataklığa saplananlara kadar daha neler neler... Bizim haberimiz var, kayıtlarımızda duruyor.
Ama mesele şu: Bunları yazmak Devrek’e ne kazandıracak? Şehrin adını “ahlaksızlıkla”, “çürümüşlükle” anmaktan başka ne sağlayacak? Yüz kızartıcı bir manzara yaratmaktan öte hangi faydayı üretecek?
Devrek’in asıl sorunu, insanların özel hayatlarındaki günahları ifşa etmek değil. Sorun, bu çarpık düzeni görüp de hâlâ hiçbir şeyin değişmemesi. Yani mesele kişilerin ayıbı değil; bu ayıpları besleyen kültür.