Bir Hayalperestten Gerçeğe Açık Mektup...

Bir sabah uyandım, Devrek değişmiş...
Sokaklar ıhlamur kokuyordu.
Yüzü asık insan göremedim. Herkes tebessüm ediyordu.
Et fiyatı, marketteki reyonda değil; sanki rüyadaydı.
Ekmek bedava, su parasız, hava da temiz…
İçimden dedim ki: "Ya ben başka bir ülkeye mi göçtüm, yoksa Devrek cennete mi taşındı?"
Sonra duyduklarım daha da şaşırttı beni...
Devrek Sanayi Bölgesi’nde 50 fabrika kuruluyormuş, temeller atılmak üzereymiş.
Esnafın SGK borcu yokmuş, hatta borçsuzluktan depresyona giren esnafa psikolojik destek hattı kurulmuş.
Suç oranı sıfır! Karakol hafta sonu kapalıymış, emniyet personeli köy düğünlerine gidiyormuş.
Sokaklar gül suyuyla yıkanıyor, baston ustalarımız Guinness'e girmiş.
Hastanede doktor eksikliği yokmuş, hatta fazlalıktan dolayı bazı doktorlar ilçeler arasında kura çekiyormuş.
Her boş arsa ekilmiş, tarım aletleri en çok Devrek’te satılıyormuş.
Tiyatro dolup taşmış, Devrek halkı kahkahaya doymamış.
Ve evet, Noel Baba'nın kayınçosu bile Devrek Kilisesi'nde bulunmuş!
İşte o an… Kendime geldim.
Ya bu harika tabloyu gerçekten yaşıyoruz...
Ya da bu sadece benim *"keşke"*lerimin meyvesi…

Peki gerçekten soralım kendimize:
Ya böyle bir Devrek mümkün olsaydı?
Olması için neyi yapmadık?
Kim neyi engelledi, biz neye sessiz kaldık?
Belki de mesele fabrikada değil, felsefede...
Baston ustasının Guinness’e girmesinden önce,
Çöplerin sokakta değil, zihnimizde biriktiğini anlamamız gerekiyor.
Belki Devrek’te suç oranı düşmedi, ama
Biz birbirimizi suçlamaktan vazgeçmedik.
Belki su parası hâlâ ödeniyor ama,
Kaynayan musluklardan hala güven akmıyor.
Yani demem o ki sevgili dostlar...
Bugün bir mizah yazısı okudunuz sanabilirsiniz.
Ama satır aralarında ciddi bir hayal var:
Gülümseyen, gelişen, çalışan, temiz, huzurlu bir Devrek hayali…
Gerçekleşir mi?
Bilinmez.
Ama şunu biliyorum:
Bu hayal, dertleşenlerin, birleşenlerin, emek verenlerin elinde gerçek olur.
Çünkü hiçbir şey, hayal kurmadan başlamaz.

"Bu yazı, hayalin mizahla harmanlandığı bir farkındalık çağrısıdır.
Okuyup gülümseyen herkes, aynı zamanda bir taşın altına elini koysun diye yazılmıştır."

Bir Bölge Seçmeninin Sessiz Soruları…
Sayın Ahmet Çolakoğlu...
Sizi yıllardır “bölgenin abisi” olarak tanıttılar.
“Gelecek yüz yılın temsilcisi” diye umut bağlayanlar oldu.
Belki de gerçekten bu toprakların evladı,
Bizi bizden iyi anlayacak bir vekil olun diye size oy verdik.
Ama şimdi merak ediyoruz…
Sahi, bizi hala duyuyor musunuz?
Sessizlik bazen gürültüden daha ağır gelir insana.
Kimi zaman sokakta, pazarda, işsiz kalan gençte,
Bazen gözü yaşlı bir yaşlıda hisseder insan sessizliğin çığlığını.
Siz bu çığlığı hiç duyuyor musunuz, Ahmet Bey?
Kendinize hiç sordunuz mu?
“Ben gerçekten hizmet edebiliyor muyum?”
“Oyunla gelen sorumluluğu hakkıyla taşıyabiliyor muyum?”
“Benim abilik yaptığım ilçelerde bir çocuk aç mı, bir anne çaresiz mi?”
“Yol bekleyen köy, iş bekleyen genç, umut bekleyen esnaf var mı?”
Biz seçmeniz...
Sizin aldığınız maaşın gerçek sahipleriyiz.
O koltukta otururken bizim oylarımızı arkanızda hissediyorsunuz.
Ama bizim ardımızda sizin gölgenizi hissedemiyoruz çoğu zaman.
Bu dengesizliği ne zaman fark edeceksiniz?
Bakın Sayın Vekilim,
Siz bu bölgenin vekilisiniz, temsil makamındasınız.
Ama halk mutsuz, sesini duyuramıyor.
Oysa bir vekil, halkı kadar güçlüdür.
Ve halkın yüzü gülmüyorsa, vekilin alkışla anılması çok da anlamlı değildir.
Sizden beklentimiz çok büyük:
Çünkü sizi değerli gördük.
Çünkü umut bağladık.
Ama şunu açık yüreklilikle sormalıyız artık:
Temel düşünceniz ne Sayın Çolakoğlu?
Hizmet etmek mi?
Abilik yapmak mı?
Koltukta kalmak mı?
Yoksa gençlerin önünü açmak mı?
Biz isterdik ki…
Sizin adınız başarılarla, çabalarla, dualarla anılsın.
“Ahmet Bey geldi, dinledi, çözdü” desin bu halk.
Ama şu an sadece soruyoruz:
Ahmet Bey nerede?
Temsil ettiğiniz halk, mutsuz.
Eğer bizler gülmüyorsak, siz neden hâlâ sessizsiniz?
Bir bölgede ayağı kırılan bir kuzu olsa,
"Ben sorumluyum" diyebilecek bir vekil profili hayal ettik biz.
Bunun adı abilik değil sadece;
Bu, vicdani temsilin ta kendisi.