Bu hikayede herkesten bir parça var..
1 Nisan 1997..
30 yaşımdaydım terk ettiğimde doğduğum toprakları..
Doğup büyüdüğüm, tozunu yuttuğum sokaklar geride kaldı...
Yürürken paçalarımın, ayakkabılarımın, üstübaşımın battığı çamurlu yolları vardı ben çıkarken memleketimden.
Daha bebeydi yeğenlerim...
Ağabeyim yeni yapmıştı evini...
Doğduğum topraklardan ayrılıp doyacağım topraklara vardığımda, yıllarca kulağımı tırmaladı Topal Arifin, deli Seferin traktörünün sesi sabahın hep aynı saatinde.
Kömür trenin sesi gelirdi kulağıma alışmış olduğum tren saatlerinde...
Mahalle uykudayken birileri yolculuk ederdi o saatlerde, kimi maden ocağına,
kimi Çatalağzı termik santraline, günlerden Perşembe ise Kilimli köylü pazarına..
Sanırsınız memleketimdeyim, memleketimi yaşıyorum.. Oysa 780 kilometre açılmışım doğduğum topraklardan...
Ah köyüm!
Yollarında taze tezek kokusu çalınırdı burnuma sabahın erken vaktinde.
Yol boyu hayvan gübresi olurdu sokaklarımız.
Bambaşkaydı bahçemizde ki mis gibi domates, salatalık kokusu..
Taze süt mısırlarını közde de kavururduk.. kazanda da haşlardık...
Tadına doyum olmazdı..
Ocakta kaynayan sütün kokusu..
ocakta ekmek sacında pişirilen mısır ekmeği,
pişirilip sıcağı sıcağına yağlayıp tuzlayıp yemenin tadına duyum olmazdı ekmeğin..
Az mı çaldık komşularımızın bahçelerinden salatalıkları,
Erik ağaçlarını tepesine tırmanır, yolar, yolar koynumuza doldururduk daha çekirdeği oluşmamış erikleri...
Birlikte sokaklarda kıran kırana gece vakitlerine kadar top oynadığımız arkadaşlarımız nerede şimdi?
Nerede yakar topu, dombile (kiremit parçalarını üst üste dizip lastik topla devirme), cüngeleş (çelik çomak), bilye, seksek oynadıklarımız?
Pazartesi günleri dondurmasına doyamadığımız pastacı İbrahim Çolak usta nerede? Nasıl kokardı öyle mis gibi imalathanesinde ürettikleri..
Yoksa biz çok büyüdük de zaman hep 30 sene öncesinde mi durdu?.
Yıl 2020..
Dönüş görünüyor gayrı gurbetten sılaya,
Tezek kokulu yollara..
Bostanında domatesin mis kokusunu,
Sokaklarında gece yarılarına kadar top oynayan çocukları hayal ediyorum hala.
Hatta, Çorak köyünden Ali guş, kör Ali, kasap Rasi,
Cemil usta, Adil usta, Abidin usta ve Cobular, Ramazanoğlu köylüleri geçiyordur Saltukova’ya gitmek için mahallemin sokaklarından..
Öküz arabalarının tekerlekleri yokuş yukarı çıkarken gıcırdıyordur belki de eskisi gibi..
Çorak deresin de balık tutanda vardır, kurbağa gibi yüzen de..
Ekin yıkardık eskiden ırmakta (filyos çayı), çevirirdik tıpkı balıkçı barınağı gibi.. Şimdilerde de devam eder mi acaba?
Çok şey götürdü gurbet benden..
Çıkmasaydım da yine yaşlanacaktım topraklarımda ama, her anını yaşayacak, her hava kapandığında kendi köyümün yağmurlarında ıslanacaktım..
İnsan doğduğu topraklara yabancı olur mu hiç?, oluyor işte.
Arkadaş bile yabancı, gardaş bile el gibi..
Zonguldakspor hala liderliğe yükseliyor mu, kafa tutuyor mu üç büyüklere,
Gocamış mustuk yine Zonguldaksporlu futbolcuları alıp getiriyor mu,
Muzafferler, Muammerler hala turnuvalara geliyor mu Saltukovama?..
Köyümün mısır imecelerini özledim, çuldan tek tük kilim dokunan tezgahları,
Pazartesi pazarında kızların peşinde dolaşan delikanlıları, kızlara vermek için küçücük kağıda yazdıkları “seni seviyorum”ları.
Hep derler, lan olum, köyden büyükşehire göçmüşsün, bilsene buraların kadrini kıymetini, yaşasana hayatını, tadını çıkarsana buraların...
Kimine koca bir yuvadır tek göz odası, kimi bilmez kadrini yaşadığı uzaktan kumandalı rezidansların.
Ve hiç bir kimse, hiç bir zaman diyemez bana “yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmemiş” diye..
Ah gurbet, neler aldın götürdün benden farkında mısın?
Vebali kimin, benim sende ki sürgün hayatımın?
Mehmet Çelebi