Şimdiden söyleyeyim, bu yazının sonunda “neden bu kadar dolmuş” demeyin. Çünkü mesele basit değil. Vebal meselesi.
Evet, hani şu halk arasında sıkça geçen ama içi pek de düşünülmeyen kelime: Vebal.
Bir kimsenin söz ve davranışıyla bir başkasına zarar vermesi… O zararın sonucunda ise o kişi günahıyla, yüküyle, pişmanlığıyla baş başa kalır. Vebal budur. Şimdi soruyorum: Devrek’te son yıllarda yapılanlar, yapılmayanlar, ertelenenler, unutulanlar… Hepsi ama hepsi birer vebal değil de nedir?
Hamam dedik, tarih dedik, ama duyan olmadı......
Hamam bizim kültürümüzdür. Yıkanmak bir bahane, sohbeti, şifası, gelenek göreneği şahane. Devrek’te hamam yok. Yok! Koskoca şehirde tarih kokan bir gelenek buhar olup uçmuş. Şifa bulmaya değil, nostalji yaşamaya değil, “varmıştı ya bir zamanlar” diye iç geçirmeye kalmışız. Hamamı olmayan Devrek, olur mu? Olmuş. Hem de göğsünü gere gere.
Bu eksiklik sadece kıl dönmesine değil, yön kaybına da neden olur. Kültürü yıkarsan, toplumda da bir şeyler çözülmeye başlar. Biri çıkıp sorsa: “Devrek’te hamam var mı?” Ne diyeceğiz? “Yok ama Devrekevi var, istersen oraya git?” mi?
Tuvalet yok, sosyoloji bozulmuş!!!!!
Şimdi sıkı durun… Devrek meydanında tuvalet yok. Evet, ilk duyunca gülersin. “Bu kadar şeyin içinde tuvalet mi mesele?” dersin. Ama mesele işte tam da orada başlıyor. Çünkü sosyolojiyi bozan şey bazen en temel ihtiyaçtır.
Meydana gelen vatandaş ne yapsın? Ya camiye yöneliyor ya da 14. yüzyıldan kalma bir mekâna. Camiye gelen cemaat bile değişmiş. Yaşlılar artık başka camilere yöneliyor. Yani sadece tuvalet yapılmamış olmuyor, aynı zamanda düzen de değişiyor, toplumun iç sesi bozuluyor.
Araç çok, insan az
Devrek’in nüfusu düşüyor diyoruz ama bir bakıyorsun, sokakta insan yok, araba çok. Her köşe başında bir araç, nereye park ettiğini unutan sürücüler... Bu nasıl iş? İnsan eksilir, araba artar mı? Bu nasıl matematik? Yoksa herkes şehir dışına taşınıp arabasını Devrek’te mi bırakıyor?
Bu trafik kaosu, plansızlığın, disiplinsizliğin, vurdumduymazlığın simgesi. “Aman canım, Devrek küçük yer, herkes birbirini tanır,” mantığıyla gidilen her yol bizi biraz daha karmaşaya götürüyor.
Koltuğa oturan kendini padişah sanıyor
Ve gelelim asıl mevzuya: Koltuk.
Birine geçici görev veriyorsun, adam bir bakmışsın “kolluk bende, kıllık da bende” moduna geçmiş. Güçsüzlüğün verdiği öfke ile yöneten değil, yönelten biri olmuş.
İnsan bazen bir koltukta otururken sandalyeye oturduğunu unutur. Devrek’te bazen bu fark karışıyor işte. Yetki ile etki arasındaki denge bozulduğunda şehir sancılanıyor. Herkes bir şey söylüyor ama kimse kimseye “yanlış yapıyorsun” demiyor. Belki de en büyük yanlış bu sessizliktir.
Özcan Bey de bu sessizlik içinde kayboluyor gibi. Kimse çıkıp “Dur ağam, yanlış yapıyorsun,” demiyor. Herkes ya koltuktan korkuyor ya da vebalden bihaber.
Devrek halkı oy vermez, oyun verir
Devrek halkı sandıkta sadece oy vermez, mesaj da verir. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Kim halkın kalbine dokunduysa, kim gönülden selam verdiyse, o kişi iz bırakmıştır. Ama kim ki vatandaşı ezmiş, üstten bakmış, ona “seçmen” değil de “engel” muamelesi yapmışsa… Tarih sayfasında silik bir satır olarak kalmıştır.
Şimdi soruyorum: Gerçekten Devrek’in acil ihtiyacı Devrekevi mi? Yoksa bir tuvalet, bir hamam, bir nefeslik alan mı?
Devrek’i seven herkesin bir gerçeği fark etmesi lazım:
Vebal büyük, susan da ortak olur.
Yapan yapar ama yapmayanın da sorumluluğu vardır. Biz şimdiden söylemiş olalım. Kimse yarın “duymadım, bilmiyordum” demesin.