Ahmet Bey'in Bartın halkına hizmet etme yolunda attığı adımlar, adeta bir siyasetçinin destanı gibi.
Bartın'da büyük bir mağaza açtı, halkına hizmet etmeye karar verdi. Ancak, her büyük hizmetin bir bedeli olduğunu unutarak, kısa bir süre sonra karayolu mevzuatını askıya almak gerektiğini düşündü. "Şu yolu biraz daha genişletelim, asfaltlayalım da vatandaşımız daha rahat gitsin," dedi ve oraya bir asfalt dökülüverdi. Fakat ne oldu? Bu asfalt sadece halk için değil, Ahmet Bey'in işlerinin ivedilikle yapılması adına da büyük bir kolaylık sağladı. "Vekil olduğum halde benim işim de öncelikli," diyordu sanki, her şeyin bir ölçüsü, bir adabı vardı ama bu bir başka türlüydi.
Ahmet Bey, vekillik makamını öyle bir kullanıyordu ki, sanki her şey onun etrafında dönüyordu. Kendi çıkarlarına göre şekillenen bir siyaset dünyasında, "ehliyet ve liyakat" yerine, biat edilmesini tercih ediyordu. Bu, diğer vekillerin de yaşadığı bir durumdu. Engelleri ve rakipleri, siyaset yolculuğunda sürükleyip atmak, Ahmet Bey’in ilke haline gelmişti. İlerleyen günlerde, Zonguldak'taki teşkilat aday belirleme sürecinde yaptığı hamleler, kimi zaman bazı kişilerin siyasi kariyerlerini kesmekle sonuçlandı. Fakat bu, Ahmet Bey’in kendine ait bir oyun alanıydı. Bu kadar açık ve netti; siyaset de olsa, işin özüne bakıyordu: Ahmet Bey’in siyasetinde önünde engel olan hiçbir şahıs yoktu, sadece kendisine uygun olanlar vardı.
Bir de Devrek Fatihi Özcan Bey’in koltuğu vardı ki, Ahmet Bey’in gözünden kaçmıyordu. Herkes bilir, bölgedeki siyasetin nasıl işlediğini. Özcan Bey’in bıraktığı koltuk, belki de en yakın zamanda Ahmet Bey teslim edilecekti. Emanetci olmak,Emanete sahip cıkmakda bu vatandaşa büyük hizmet. Çaycuma halkı da bu durumu fark etmişti. Ahmet Bey, bu bölgedeki oylamada belki de hiç beklenmeyen bir sonuçla karşılaşacak, sandıktan Özcan Bey çıkacaktı. Ama Ahmet Bey’in Çaycuma’daki durumu, halkın gönlünde ne kadar kök saldığına dair bir soru işareti bırakıyordu.
Peki, Ahmet Bey’in arsa ihalelerine bakıldığında ne görüyorduk? Tam bir dedektiflik hikâyesi... Ahmet Bey, toplayıp topladığı arsalarla uğraşıyor, ön görüşmeler yapıyor, arsa ihalelerine katılacak şahıslara adeta talimatlar veriyordu. İddialara göre, bir arsa ihalesine katıldığında, "Ben sana 1.300 yazacağım, sen biraz düşük yaz," diyordu ve karşındaki kişi de güvenerek Ahmet Bey’in sözünü tutuyordu. Ama nihayetinde Ahmet Bey, 1.400 yazıyordu. Sonuçta, arsayı kazanıyordu. Şaşırtıcı mı? Evet. Garip mi? Kesinlikle. Ama bunlar, dedikodu ve duyumlardan ibaret. Birçok kişi bu konuda fikir sahibi oldu, ama bir de gerçekler vardı.
Bütün bu yaşanmışlıklar bir noktada birleşiyor. Bir insan, siyaseti ve işlerini nasıl yürütürse, halk da ona göre bir hüküm verir. Ahmet Bey’in durumu, tıpkı bir örüntü gibi: Siyasi arenada her hareketin, her hamlenin bir anlamı var. Kimseyi boşuna engellemiyor, kimseyi durdurmuyor. Çünkü onun siyaseti, işinize gelene kadar. Ama bu kadar karmaşık bir oyunda, bir anda her şeyin değişmesi de an meselesi.
Öyleyse, Ahmet Bey’in hikâyesine bakarken, bir şey net: Her devrin kendi sultanını yaratması gibi, siyasetin de kendi kuralına göre işlediği bir dünya bu. Ama unutmayın ki, ne kadar kural koyarsanız koyun, halk da her zaman kendi hükmünü verir.