Devrek Köylere Hizmet Götürme Birliği, geçtiğimiz günlerde üç beden işçisi alacağını duyurdu.

İlan sade, sıradan ve prosedüre uygundu; ama gençlerin yüzündeki ifade alıştığımız gibi heyecan değil, kırgınlıktı. İlk sordukları soru şuydu: “Kimlerin torpilli akrabaları işe alınacak bu kez?”

Bu sorunun içinde bir kuşku değil, bir kabulleniş var. Alışılmış bir adaletsizliğe alışmışlık... Hakkın, liyakatin, emeğin değil; referansın, soyadının, parti yakınlığının geçer akçe olduğu bir düzene razı edilmiş gençler...

Torpilin Üç Ayağı

Söylentiler hızla yayılıyor. “Personel belli bile,” diyor bir genç. “Eski ilçe başkanının oğlu, il genel meclis üyesinin yeğeni ve partiden bir başka ismin yakını.” Kura bile çekilmemişken, yasal süreçler tamamlanmamışken “iş hazır” deniyorsa burada sadece bir söylenti değil, bir düzen kurulmuş demektir.

Bu düzenin adı “bizim çocuklar” düzenidir.

Mahalle Abisinin Sessiz Onayı

İşin en can yakıcı kısmıysa şu: “Konuyu bölgenin abisine sormuşlar,” diyorlar. “Abimiz, çocuklarınızı basına yazdırmayın, bir gün yazar iki gün yazar geçer gider,” demiş. Yani haksızlığa karşı susun diyor, yazmayın, konuşmayın, unutun...

Peki biz sustukça ne oluyor? Haksızlık kök salıyor. Gençler işsiz kalıyor. Umutsuzluk yayılıyor. Umutsuzluk ise bu ülkenin en tehlikeli virüsü. Çünkü umudunu yitiren, toprağını da terk eder, sandığı da...

Bu Böyle Gitmemeli

Bir gencin şu sözü yüreğimi dağladı: “Abi, biz sınavla alınacak bir bekçilik ilanında bile ‘kura öncesi alacaklar belli’ diye konuşuyoruz. Artık adalete değil, torpile çalışıyoruz.”

Bu normal değil. Bu kabul edilemez. Bu bize yapılmış en büyük kötülüklerden biri.

Haksızlık varsa, doğrunun da söylenmesi gerekir. Haksızlığa çanak tutan, susan, üstünü örten, sadece hatalı değil, sorumludur da.

Adalet sadece mahkeme salonlarında değil, iş ilanlarında, kura çekimlerinde, mülakat salonlarında da tecelli etmek zorundadır.

Devamı gelecek...