Bir ilçeyi ayakta tutan şey sadece yolları, binaları, tabelaları değildir. Bir ilçeyi asıl taşıyan, o toprakta yaşayan insanların birbirine duyduğu saygı ve sevgidir.

Ama bu sevgi yalnızca birbirimize değil; insana, hayvana ve doğaya da yönelmelidir. Çünkü bir yerde saygı eksikse ne siyaset işler ne hizmet gelir. Bugün Devrek’in en çok ihtiyaç duyduğu şey, kendine saygısı olan siyasetçilerdir. Kendine saygısı olan bir insan; halkını, doğasını, kültürünü hor görmez. Gösterişle değil, icraatla konuşur.

Bir şehir, eğer belediye başkanından milletvekiline, kaymakamından daire müdürüne kadar işin başındaki insanları doğru seçebiliyorsa, sorunlarını da çözmeye başlar. Çünkü iyi niyetli bir yönetici, önce eksikleri tespit eder, sonra bunları aciliyet sırasına göre tamamlar. Sonuçta o da görev yaptığı yerin insanı gibi bu topraklarda yaşamaktan gurur duyar.

Bugün Devrek’in bir siyasetçiden önce vicdanlı, ahlaklı, alçakgönüllü bir insana ihtiyacı var.

Ama bu sadece yöneticiler için geçerli değil. Bizim de birbirimize sahip çıkmamız gerek. Komşusunu görmezden gelen, kardeşine sırtını dönen, işini yokuşa süren bir toplumda hangi gelişmeden söz edebiliriz?

Devrek’in sağlığa ihtiyacı var. Hastanemizin imkanları yetersiz, insanların en basit tedaviler için başka şehirlere gitmesi ne büyük eksikliktir!
Devrek’in sosyalleşmeye ihtiyacı var. Hamam diyor gönlümüz — evet, bir ilçeye sıcak su kadar sıcak bir buluşma noktası da lazım.

Ama en çok, insanlığa ihtiyacımız var. Gönlüm diyor ki: Bir yerlerde insanlık tonla satılıyorsa, üç-beş ton alıp dağıtmak gerek. Belki o zaman Devrek kendi kendine düzelmeye başlar.

Çünkü mesele şudur: Kendi hatasını göremeyen, yalnızca lafı alıp büyüten insanlar çoğaldıkça; çözüm değil, dedikodu yayılır. Oysa biz konuşmayı değil, üretmeyi becermeliyiz.

Devrek’in geleceği, el birliğiyle kurulabilir. Yeter ki aynı yöne bakalım. Yeter ki önce birbirimizi anlayalım, sonra beraberce bu memlekete sahip çıkalım.

“Ustanın Işığı Sönmeden…”

Bir zamanlar Devrek’in sokaklarında yürürken, her köşe başından başka bir ses yükselirdi. Bir yerde dikiş makinesinin ritmik tıkırtısı, öteki yanda çekiçle örs arasında ezilen derinin tok sesi… Kunduracıların elleri zamana direnirdi, terziler kumaşa değil ruha şekil verirdi.

Şimdi o sesler birer birer susuyor.

Devrek’te beş kunduracı kaldı, beş de terzi. Ve her biri, mesleğini sırtında taşıyan son nefer gibi. Arkalarında ne bir çırağın ayak sesi, ne de genç bir bakışın hevesi var.

Zanaatkâr ustalar göçtüğünde geride yalnızca boş dükkân kalmaz; bir şehrin hafızası eksilir, ruhu gölgelenir. Çünkü bir terzi sadece kıyafet dikmez; düğün için heyecanlanan bir damadın ilk ceketini, çocuğunun karne günü gömleğini, mezuniyet için dikilmiş eteği de diker. Her ilmek bir hatıradır aslında.

Şimdi soruyorum: Beş yıl sonra bir çorabınız yırtılsa, bir ceketin kolu sökülse, nerede yaptıracaksınız?

Bu gidişata dur demek elimizde. Hayal değil, mümkün olanı konuşalım:

  • Her usta, iki çırak yetiştirse.
  • Halk Eğitim’de terzilik, kunduracılık, bastonculuk kursları açılsa.
  • Yetişen gençlere 20 dükkânlı bir zanaatkâr çarşısı kurulsaydı.

Bu çarşının etrafı kafe ve satış alanlarıyla canlansa. Baston ustaları vitrin vitrin geleni geçeni ağırlasa. Gençler burada hem meslek öğrense hem evine ekmek götürse. En az 30 gence iş, onlarca aileye umut doğsa.

Devrek’in geleceği, yalnızca büyük projelerde değil; küçük ellerin tuttuğu iğnede, deriye ustaca vurulan çekicin ucundadır.

Bugün susarsak, yarın ustanın ışığı da sönecek. Ama bugün konuşursak, Devrek’in sokaklarını yeniden hayatla doldurmak mümkün.

Bu çağrı, sadece esnafa değil. Bu çağrı Devrek’in belediyesine, ticaret odasına, halk eğitim merkezine, iş arayan gençlerine, babasına meslek bırakmak isteyen ustalarına.

Çünkü bir memleket, geçmişini elleriyle geleceğe dikebildiği sürece ayakta kalır.