"Boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı bir gün mutlaka gelecek."

Toplumun içini sessizce oyan, ahlakı kemiren, değerleri çürüten ve gelecek umutlarını zehirleyen bir illet var: Torpil.

Kimine “iltimas” deniyor, kimine “dayı gücü”. Oysa adı ne olursa olsun özü hep aynı: hakkı olmayana hakkı vermek, hak edeni ise dışlamak. Bu öyle bir çürümedir ki; sınav kazanmış, emek vermiş, yıllarını eğitime adamış gençlerin önüne sözlü mülakat duvarı örer. Sadece "doğru yere yaslanmış" birinin referansı olan kifayetsizleri, onların önüne geçirir. Bu felaketin adı yalnızca haksızlık değil; sistematik bir zulüm, organize bir adalet katliamıdır.


Torpilli Yükselir, Liyakatli Sürünür

Devlet kadrolarında, belediyelerde, okullarda, hatta en hassas kurumlarda bile artık işler ehline verilmemekte. Torpil mekanizması, üretmeyen ama sürekli tüketen, ülkeye hizmet yerine borçlu olduklarına sadakat gösteren “kraldan çok kralcılar” yaratmakta. Bu adamlar çalışmaz; çalışıyormuş gibi yaparlar. Üretmez; üretenin önünü keserler.

İki koyunu güdemeyecek kişilere makam verilirken, bu düzenin bedelini sadece kaybedenler değil, tüm ülke ödemekte. Milli servet israf olurken, gençlerimiz yitirilmekte, umutlarımız her geçen gün biraz daha körelmektedir.


Bir Dayın Yoksa…

Düşünün, üniversiteyi bitirmişsiniz. KPSS’yi geçmişsiniz. Belgeleriniz tam, yeterlilikleriniz tamam… Ama torpili olan biri tek bir sınava girmeden, referansla önünüzden geçip gidiyor. Sonra siz, akraba ziyaretlerinde başı önüne eğik bir şekilde o meşhur sorulara maruz kalıyorsunuz:

“Daha atanamadın mı?”
“Ne zaman başlıyorsun işe?”

İçiniz parçalanıyor ama söyleyecek söz bulamıyorsunuz. Çünkü karşınızda “torpil normaldir” anlayışıyla büyümüş bir toplum var. Hatta artık torpil kullanmayan, aramayan "enayi", "beceriksiz" sayılıyor.


Torpilin Ettiği Zarar Sadece Maddi Değil

Bu sistemin bedeli yalnızca maaşla, makamla ölçülemez. Torpil; insanı insan yapan bütün değerleri çürütüyor. Dürüstlük küçümseniyor, doğruluk alay konusu oluyor. Hakkıyla bir yere gelmiş bir avuç insan, sistemin dışına itiliyor. Gençler psikolojik travmalar yaşıyor, kendini değersiz hissediyor. En yetenekli beyinler ülkeyi terk ediyor. Toplum vicdanen kan kaybediyor.

İmam kayırmayla mihrapta, öğretmen müdürünü razı etmekle meşgul. Memur vatandaşa değil, amirine çalışıyor. Herkes birilerine yaranma derdinde. Kimse işini hakkıyla yapma peşinde değil.


Bu Kriz Ekonomik Değil, Ahlâkidir

Millet feryat ediyor: Enflasyon, geçim sıkıntısı, kiralar… Evet, bunlar gerçek. Ama asıl kriz: vicdan krizi, karakter krizi, samimiyet yoksunluğu.

Bu ülkede para eksik değil, adam eksik.

Gösteriş, riya, sahtekârlık prim yaparken; asalet, erdem, dürüstlük adeta ayaklar altında. Kaybettiklerimiz sadece imkân değil; insanlığımız, birbirimize olan güvenimiz, çocuklarımıza bırakacağımız temiz bir toplum…


İyi ki Hesap Günü Var!

Torpilsiz, dayısız, referanssız bir hayatı onurla sürdürenler… Sizin dik duruşunuz kıymetli. Belki bu dünyada kaybediyor gibi görünüyorsunuz ama aslında kazanan sizsiniz. Çünkü bu dünyada torpil işleyebilir ama ahirette işlemez.

Görün ki; bu dünyada sığınacak bir dayısı olmayanlar için de bir gün var. O gün geldiğinde boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan hakkını alacak. Ve o gün, hiçbir torpil, hiçbir referans, hiçbir ahbap çavuş ilişkisi işlemeyecek.


Son Söz:

Bu kadar "VAR"ın içinde hâlâ "YOK"u yaşıyorsak, bizde görünüp bize ait olmayan bir şeyler var.
Belki de kazandıklarımızda göremediğimiz yetimlerin, mazlumların hakkı var.

Ve bu dünyada adalet yerini bulmasa bile…

İyi ki hesap günü var.
İyi ki mizan var.
İyi ki hiçbir hakkın zayi olmayacağı bir Mahkeme-i Kübra var.

Kader Mi, Kısmet Mi, Bahtsızlık Mı?

Hayatta bazen ne kadar doğru yapsak da, yol hep yanlışlara çıkar. Kaçtığınız ne varsa, bir şekilde karşınıza dikilir. Sanki peşimizdeki aksilik nöbetleşe gelip yerleşiyor omzumuza.

“Bahtsız bedevi” deriz ya, bazen sabah bir terslikle uyanır, akşama kadar silsile halinde tökezleriz. Bir çay dökülür, bir iş yetişmez, sonra telefon bozulur… Küçük başlar ama büyür gider.

İnsanız, daha iyisini isteriz. Ama ne zaman “doğru”yu yapsak, “yanlış” gelip kapıyı çalar. Bu da akıllara şu soruyu getirir: İyiler mi kaybeder?

Çaba gösteren, kurallara uyan, iyilikle yaklaşanlar neden hep aynı döngüde sıkışır? Belki toplumun bozulmuş terazisinde iyiler hafif geliyor. Belki de biz, küçük aksiliklere fazla yük yüklüyoruz.

Ama çözüm belli: Hayatın akışına direnmeden uyum sağlamak. Ufak tefek tersliklere takılmak yerine, onların içinden geçip yolumuza devam etmek. Çünkü yaşadığımız hayat, şikâyet etmek için değil; değerini anlamak için var.